Merak Ettikleriniz Hakkında Bilgi Alabileceginiz Bir Blog Ve Artık Çok Daha Fazlası..


24 Şubat 2015 Salı

Şikayetçi ve kendisini haklı çıkartan ego

Tamamı #BU Adresten alıntı olan Makaleyi Aslında kendime not olarak paylaşıyorum , sizler de kaynağından okuyabilirsiniz.

Kendini güçlendirmek için şikayet eden Ego

Kendini haklı çıkarmaya şartlanmış zihnin yansımaları 
Egonun haklı olmak ve haksız çıkarmak alışkanlığı!
Patalojik Ego (belirli bozukluğun tipik özelliklerinin bütünü) 
Arka plandaki mutsuzluk - Mutluluğun sırrı

Kendini haklı çıkarmaya şartlanmış zihnin yansımaları

Ego kendini güçlendirmek için şikayet eder
Kendini tanımlayacak başka bir şey bulamadığı taktirde, şikayet etmek, egonun kendini güçlendirmek için en sık başvurduğu yollardan biridir. Hiç farkında ol­madan, başka insanlar hakkında, sürekli şikayet ettiğinizde, zihin sürekli hikâyeler üretir, insanlara olumsuz etiketler yapıştırır. Yüksek sesle veya düşüncelerinizle şikayet etmeniz arasında bir fark yoktur. Küfretmek, ya da isimler yakıştırmak, etiket yapıştırmanın en kaba şeklidir, bu şekilde karşınızdakine söz hakkı tanımaz ve yargılarsınız. Bunun bir alt seviyesinde, bağırıp çağırmak ve hemen altında da fiziksel şiddet gelir.

Kırgınlık demek, kendini kızgın, saldırıya uğramış, gücenmiş, haksızlığa uğramış ya da aşağılanmış hissetmek demektir. Başka insanlara açgözlülükleri, yalancılıkları, sahtekarlıkları, genellikle geçmişte söyledikleri ve yap­tıkları/ yapamadıkları vb. şeyler için sürekli şikayet etmeye bayılırsınız. Çoğu zaman başkalarında var olmayan "hatalar" görülür, bu durum, başkalarını düşman olarak görmeye, kendini haklı ya da üstün çıkarmaya şartlanmış bir zihnin yansımalarıdır. Bazı zamanlarda ise hata vardır, ama konuya odaklandığınız­da, başka hiçbir şeyi görmeyeceğiniz derecede abartılır, başkalarında gördüğünüz şeyi kendi­nizde güçlendirirsiniz. Kısacası başkalarındaki bilinçsizlikten kaynaklanan hataları görmek yerine, bunu kendi kimliğinize geçirirsiniz. Bu­nu kim yapıyor? İçinizdeki bilinçsizlik, yani ego.

Başkalarının egolarına karşı tepkisiz kalmak, kendi içinizdeki egoyu yok etmek adına yapılabilecek en etkili yöntem­dir. Başkalarındaki egoya tepki vermeyerek, ister istemez farkındalığı ortaya çıkarırsınız, bu da şartlanmaya karşı şartlanmamış bilinçtir. Ama ancak başka biri­nin davranışının, kendi egosundan kaynaklandığını anladığı­nız zaman, tam bir tepkisizlik durumunda olabilirsiniz.

Bazen bilinçsiz insanlardan kendinizi korumak için bazı adımlar atmanız gerekebilir, bunu onları kendinize düşman etmeden yapmanız önemlidir. Ama en önemlisi, korunmanız için bilinçli olmanızdır. Ego olan bilinçsizliği kişiselleştirdiğinizde, karşınızdaki kişiyi düşman edinirsiniz.

Tepkisiz­lik zayıflık değil, gerçek güçtür. Tepkisizliğin diğer bir adı da bağışlamaktır. Bağışlamak, bir şeyi görmezden gelmek, daha doğrusu onun içinden bakarak diğer tara­fını görmektir. Egonun diğer tarafına bakabildiğinizde, her insanın özünde bulunan aklı görürsünüz.

Ego sadece başka insanlarla ilgili değil, durumlarla ilgili olarak da şikayet etmeyi ve kırılmayı sever. Bir in­sana yapabileceğiniz şeyi, bir duruma da yapabilirsiniz; yani bir durumu da düşman edinebilirsiniz. Şöyle düşü­nürsünüz: Bu olmamalıydı; burada olmak istemiyorum; bunu yapıyor olmak istemiyorum; bana haksızlık yapıl­dı. Ve egonun en büyük düşmanı, elbette ki şimdi, yani hayatın kendisidir.

Şikayet etmek, birini hatasını düzeltebilmesi için uyarmakla karıştırılmamalıdır. Ayrıca, şikayet etme­mek, kötü davranışlara ya da kötü durumlara ses çıkar­mamak anlamına da gelmez. Garsona çorbanızın soğuk olduğunu ve ısıtılması gerektiğini söylemenin egoyla bir ilgisi yoktur; sonuçta tamamen tarafsız bir şekilde gerçeği söylemektesinizdir. "Bana nasıl soğuk çorba ge­tirirsin?" diye çıkıştığınızda, ego devreye girer. Burada, soğuk çorba yüzünden kişisel olarak öfkelenmiş bir "ben" vardır ve bu durumu olabildiğince sömürmeye ka­rarlıdır, çünkü "ben," başka birini hatalı çıkarmaya ba­yılır. Sözünü ettiğimiz şikayet etme, egonun hizmetin­dedir, değişimin değil. Bazen ego şikayet etmeye devam etmek için durumun değişmesini bile istemeyebilir.

Belki şu anda, herhangi bir şeyle ilgilenen veya şikayet eden zihin sesiniz yükselir, onu dinleyin, farkına varın: bu egonun sesidir, şartlanmış bir düşünce kalıbından fazlası değildir. Bu sesi fark ettiğiniz her seferinde, ses'in gerçek benliğiniz olmadığını anlarsınız; siz, o sesin farkında olan farkındalıksınızdır. Arka planda farkındalık vardır, ön planda ses, yani düşünen. Bu şekilde egodan kurtulur, zihnin ötesine geçersiniz. Kendi içinizdeki egonun farkına vardığınız an, o artık ego değil, sadece eski, şartlanmış bir zihin kalıbıdır.

Farkındalık ve ego birlikte var olamaz­lar. Eski zihin kalıbı ya da zihinsel alışkanlık bir süre daha hayatta kalabilir ve tekrar tekrar ortaya çıkabilir, çünkü sonuçta binlerce yıllık kolektif insan bilinçsizli­ğinin yarattığı bir ivme söz konusudur ama onu fark ettiğiniz her seferinde zayıflamaya devam edecektir.

Haklı olmak, haksız çıkarmak

egonun kendisini haklı çıkartma alışkanlığı
Başkalarında hata bulmak, şikayet etmek ve tepkisellik, insan egosunun varlığı için ihtiyaç duyduğu ayrılık duygusunu güçlendirir. Aynı zamanda, egoya bir üstünlük duygusu kazandırır. Diğer insanlar veya durumlar hakkında şikayet etmenin, size nasıl bir üstünlük duygusu kazandırabileceğini hemen göremeyebilirsiniz. Şikayet ettiğinizde, mantık olarak siz haklısınızdır ve şikayet ettiğiniz, ya da tepki verdiğiniz du­rum veya kişi haksızdır.

Hiçbir şey egoyu haklı olmak kadar besleyemez. Haklı olmak, zihinsel bir pozisyonu tanımlamaktır; bir bakış açısı, bir görüş, bir yargı, bir hikâye gibi. Haklı ol­manız için, elbette ki başka birinin haksız olması gere­kir ve ego da haklı olmak için başkalarını haksız çıkar­maya bayılır. Yani daha güçlü bir benlik duygusuna sahip olabilmek için, başkalarını haksız çı­karmanız gerekir. Şikayet ve tepkisellikle, sadece bir kişiyi değil, bir durumu da haksız çıkarabilirsiniz; örne­ğin "bunun olmaması gerekirdi," demek gibi. Haklı ol­mak, yargılanıp haksız çıkarılan bir kişi ya da bir du­rum karşısında size hayali bir ahlaki üstünlük kazan­dırır. Bu, egonun açlığını çektiği üstünlük duygusudur ve böylelikle kendini güçlendirir.

Haklı haksız konusunda, bazı gerçekleri de görmek lazım. "Işık sesten daha hızlı yol alır," derseniz ve biri size bunun aksini söyler­se, siz kesinlikle haklısınızdır. Şimşeğin, gök gürültüsü sesinden ön­ce görülmesi, bunun en belirgin kanıtıdır. Dolayısıyla, sadece haklı değilsinizdir, aynı zamanda da haklı oldu­ğunuzu bilirsiniz. Bunda herhangi bir şekilde egodan söz edilebilir mi?

Sadece doğru olduğunu bildiğiniz bir şeyi ifade ediyorsanız ve işin içine benlik duygunuzu katmıyorsa­nız, bunun egoyla hiçbir ilgisi olamaz. Ego, zihin ve zi­hinsel bir pozisyonla tanımlamadır. Ama böyle bir du­rumda, farkında olmadan egonuzla hareket ediyor da olabilirsiniz. Eğer karşınızdakine "İnan bana, biliyo­rum," ya da "Neden bana hiç inanmıyorsun?" diye soru­yorsanız, işin içine ego karışmış demektir. "Işık sesten daha hızlı yol alır," gibi basit ve yalın bir ifade, şimdi bir illüzyonun hizmetine girmiş bir gerçektir. Sahte bir "benlik" duygusuyla kirlenmiştir; kişiselleşerek zihin­sel bir pozisyona dönüşmüştür.

Ego her şeyi kişisel olarak algılar, duygular yükse­lir, savunmacılık devreye girer ve hatta saldırganlık oluşabilir. Peki egonun savunduğu şey gerçekle bir ilgisi varmıdır? Bunun yanıtı hayır, ger­çek olan bir şeyin savunulmaya ihtiyacı yoktur. Bağnazlık yapıp, körü körüne savunanlar için hiç bir kanıt, hiç bir söz manalı olmaz. Sorun zaten kanıtlamaya çalışmadan önce gerçek olarak kabul edilmemesinde yatıyor. Işık ya da ses, başka birinin söylediğini ya da düşündüğünü dikkate almaz. Asıl savunduğunuz şey gerçek değil, kendinizsinizdir; daha doğrusu, sahte benlik illüzyonu­nuz. Hatta illüzyonun kendini savunduğunu söylemek daha doğru olur.

Bariz gerçekler bile basitce egosal bozukluğa alet ediliyor ise, daha az somut gerçeklerden söz eden görüşler, bakış açıları ve yargılar, ko­layca benlik duygusunda kaybolabilirler.

Her ego, görüşleri ve bakış açılarını gerçeklerle karış­tırır. Dahası, bir olayla, o olaya verilen tepki arasındaki farkı bilemez. Yalnız farkındalık sayesinde, gerçekle görüş arasındaki farkı anlarsınız. Sadece farkındalık sayesinde şunu görebilir­siniz: Burada bir durum var, şurada da bu durumla ilgi­li duyduğum öfke var. Sonra, aynı duruma farklı yakla­şımlar olabileceğini anlarsınız. Ancak farkındalık sayesinde, bir durum ya da bir kişi ile ilgili sınırlı bakış açısının farkına varır, resmin tamamını görebilme olanağını elde edebilirsiniz - objektif olabilirsiniz.
mutlu olmak için

sarı çizgi

Patolojik Ego

Aldığı biçim ne olursa olsun, Ego geniş anlamda patolojiktir. Antik Yunan kökenine baktığımızda, bu terimin egoya ne kadar yakıştığını görürüz. Keli­me, normalde bir hastalığı tanımlamak için kullanılma­sına rağmen, aslında acı çekmek anlamına gelen "pathos" kelimesinden türemiştir.

Egonun tutsağı olan kişi, başkaları üzerinde yarattığı acıyı görmez, acı çekmeyi herhangi bir duruma verilecek en doğru tepki olarak görür. Mutsuz­luk, egonun yarattığı salgın bir zihinsel-duygusal has­talıktır. Gezegenimizin çevre kirliliğine eşit bir miktara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öfke, endişe, nefret, kırgınlık, hoşnutsuzluk, kıskançlık gibi davranışlar, olumsuz olarak algılanmaz, tamamen yanlış değerlen­dirilir. Bütün olumsuzlukların, başka biri, ya da bir dış etkenden kaynaklan­dığı iddia edilerek, kendisini haklı çıkarır.

"Acım için seni sorum­lu tutuyorum." Egonun söylediği şey budur.
Patolojik Ego
Ego, bir durum ve o durum hakkındaki kendi yorumu (tepkisi) arasında bir ayırım yapamaz. "Ne kötü bir gün," diyebilirsiniz ve bunu yaparken, soğuk, rüzgâr, yağmur ya da tepki verdiğiniz her neyse, aslında kötü olmadığı­nı anlamazsınız. Onlar her nasılsa öyledir. Asıl kötü olan tepkiniz, içsel direnciniz ve o direncin yarattığı duygudur. Shakespeare'in dediği gibi, "İyi ya da kötü di­ye bir şey yoktur; sadece düşünce onu isimlendirir." Da­hası, egoyu güçlendirdiği için, aslında ego acı çekmek­ten ya da olumsuzluklardan hoşlanır.

Örneğin, öfke veya kırgınlık, ayrılık duygusunu vurgu­ladığı için egoyu fazlasıyla güçlendirir ve başkalarının farklılığını vurgularken, "haklı olmak" gibi bir zihinsel kale yaratır. Bu tür olumsuz düşüncelerin, vücudunuzun içinde yarattığı fizyolojik değişimleri gözlemleyebilseydiniz, kalbin çalışmasını nasıl zorladığını, sindirim ve bağı­şıklık sistemlerini nasıl zayıflattığını görebilseydiniz, bu tür durumların gerçekten de patolojik olduğunu, zevk de­ğil, acı çekmek anlamına geldiğini kolayca anlardınız.

Olumsuz bir durumda olduğunuzda, içinizde o olum­suzluğu isteyen, onu zevk olarak algılayan ya da istedi­ğinizin o olduğuna sizi inandıran bir şey vardır. Aksi takdirde, kim olumsuzluğa takılı kalmak, kendilerini ve başkalarını üzücü durumlara sokmak, kendi vücu­dunda hastalık yaratmak ister ki? Dolayısıyla, içinizde bir olumsuzluk hissettiğinizde, içinizde bundan zevk alan bir şeyin varlığını fark ederseniz ve he­men egonun farkına varmaya başlarsınız. Bu olduğu anda, kimliğiniz egodan farkındalığa kayar. Dolayısıyla ego zayıflar, farkındalık güçlenir.

Eğer olumsuzluğun ortasında "Şu anda kendi acı­mı kendim yaratıyorum," diyerek farkına varırsanız, şartlanmış egosal durumların ve tepkilerin sınırları­nın ötesine geçmeye başlarsınız. Böylelikle farkında­lık sayesinde, size gelecek sonsuz olasılık için kapıyı aralamış olursunuz; o zaman herhangi bir durumla başa çıkmak için daha zekice yollar bulabilirsiniz. Mutsuzluğunuzu aptallık olarak tanımladığınız an­da, kendinizi ondan özgür kılarsınız.

Olumsuzluk, ze­ka değildir, daima egodur. Ego akıllı olabilir ama ze­ki değildir. Akıllılık kendi küçük hedeflerini izler, ze­ka ise, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu büyük resmi görür. Akıllılık kişisel çıkarlara hizmet eder ve son derece dar görüşlüdür. Çoğu politikacılar ve işadam­ları akıllıdır, ama çok azı zekidir. Akıllılık sayesinde elde edilen şeyler, kısa ömürlüdür ve daima zaman içinde kendi sonlarını getirirler. Akıllılık bölücüdür; zeka birleştiricidir.

Arka plandaki mutsuzluk

Mutsuzluk
Ego ayrılık yaratır ve ayrılık da acıya yol açar. Ego bu yüzden açıkça patolojiktir. Öfke, nefret ve benzeri duygulardan ayrı olarak, olumsuzluğun daha gizli bi­çimleri de vardır, sabırsızlık, sinirlilik, endişe ve bık­kınlık gibi. Çoğu insanın içsel durumunu biçimlendi­ren arka plandaki mutsuzluğu bunlar oluşturur. On­ları fark edebilmek için son derece uyanık olmanız ve an'da yaşamanız gerekir. Bunu yaptığınızda, uyan­maya başlarsınız ve zihnin yanlış tanımlamaların­dan uzaklaşırsınız. Bu, sık sık gözden kaçırılan ama son derece yaygın olan olumsuz bir durumdur. Size de tanıdık gelebilir. Sık sık geri planda kalan bir kırgınlık olarak tanımla­nabilecek belli belirsiz bir hoşnutsuzluk hissediyor musunuz? Birçok kişi, hayatlarının büyük bölümünü bu durumda geçirirler. Kendilerini o kadar onunla ta­nımlamışlardır ki, geri adım atıp, düşüncelerini tekrar gözden geçiremezler. Bunun temelinde, bilinçaltı inançlar ya da düşünceler yatar. Bu düşünceleri düşünme şekliniz, uyurken rüya görmeniz gibidir, o düşünceleri düşündüğünüzün farkında olmaz­sınız; tıpkı rüyadayken rüya gördüğünüzün farkında olmadığınız gibi.

Size arka plandaki mutsuzluğu destekleyen en yay­gın düşüncelerden bazılarını vereceğim. İçeriklerini ayırdım ama yapıları olduğu gibi duruyor. Bu şekilde daha belirgin olacaklardır. Hayatınızın arka planında bir mutsuzluk olduğunu hissettiğiniz her seferinde (ya da ön planında), aşağıdaki düşünce kalıplarının, hangi­lerinin uygun olduğunu inceleyin ve kendi özel duru­munuza göre içeriklerini kendiniz doldurun:

"Huzurlu (mutlu, tatmin, vb.) olabilmem için, önce hayatımda olması gereken bazı şeyler var. Bunun henüz olmaması beni üzüyor. Belki de bu üzüntüm sayesinde sonunda olur."

"Geçmişte olmaması gereken bir şey oldu ve bu beni çok üzüyor. Eğer o olay olmasaydı, şimdi huzurlu ve mutlu olacaktım."

"Şimdi olmaması gereken bir şey oluyor ve huzurlu olmamı engelliyor."

Bu bilinçaltı düşünceler genellikle bir kişiye yönelti­lir ve "oluyor," bu durumda "yapıyor"a dönüşür.

"Huzurlu olabilmem için bunu ya da şunu yapman gerek. Bunu henüz yapmadığın için sana kırgınım. Bel­ki kırgınlığım sayesinde artık bunu yaparsın."

"Geçmişte yaptığın (ya da yaptığım), söylediğin ya da yapamadığın bir şey, şimdi mutlu olmamı engelliyor."

"Şimdi yaptığın ya da yapamadığın bir şey, mutlu ol­mamı engelliyor.

Mutluluğun sırrı

Yukarıdakilerin hepsi gerçeklikle karıştırılan varsa­yımlar, incelenmemiş düşüncelerdir. Sizi şimdi huzurlu olmadığınıza ya da olamayacağınıza inandırmak için egonun kurguladığı hikâyelerdir. Huzurlu olmak ve kendiniz olmak, aslında aynı şeydir. Ego der ki: Belki gelecekte bir gün, huzurlu olabileceğim; eğer bu, şu ya da o olursa, bunu ya da şunu elde edersem. Ya da şöyle der: Geçmişimde olan bir şey yüzünden asla huzurlu olamayacağım. Eğer başka insanların hikâyelerini din­lerseniz, şöyle bir başlıkla karşılaşırsınız: "Şimdi Ne­den Huzurlu Olamıyorum." Ego, huzurlu olmak için tek fırsatınızın şimdide olduğunu bilmez. Ama belki de bili­yordur ve sizin de keşfetmenizden korkuyordur. Sonuç­ta huzur, egonun sona ermesidir.

Şimdi nasıl huzurlu olabilirsiniz? Şu anla barış yapa­rak. Unutmayın, hayat oyununu sadece "şimdi"de oyna­yabilirsiniz. Başka bir zaman ya da yer olamaz. Şu anla barış yaptığınız anda, neler olduğunu görün, neler yapa­bildiğinizi veya ne yapmayı seçebildiğinizi ya da hayatın sizin sayenizde neler yaptığını görün. Yaşam sanatını özetleyen, bütün başarıların ve mutluluğun sırrını veren sadece üç kelime var: Yaşamla Bir Olun. İnsanın yaşam­la bir olması, şimdiyle bir olmasıdır. O zaman aslında ha­yatı yaşamadığınızı, hayatın sizin sayenizde yaşadığını görürsünüz. Hayat dansçıdır ve siz de danssınız.
Mutluluğun sırrı

Ego gerçekliğe karşı kırgın olmayı sever. Gerçeklik nedir? Her neyse o., yani şu an nasılsa, işte öyle. An'ın böyleliğine karşı çık­mak, egonun temel özelliklerinden biridir. Egonun bes­lendiği olumsuzluğu ve bayıldığı mutsuzluğu yaratan şey budur. Bu şekilde kendinize ve başkalarına acı çekti­rirsiniz ve ne yaptığınızı, aslında dünyada cehennemi ya­rattığınızı bilmezsiniz. Farkında olmadan acı yarat­mak; işte bilinçsiz yaşamanın özü. Bu, tamamen egonun esiri olmak demektir. Egonun kendini tanıyamaması ve ne yaptığını görememesi, inanılmazdır. Başkalarına acı çektiren şeyler yapar ve bunun farkına bile varmaz. Bu işaret edildiğinde, öfkeyle inkar eder, akıllıca tartışmala­ra girişir ve gerçekleri çarpıtmak için kendini haklı çı­karmaya çalışır. İnsanlar bunu yapar, şirketler bunu ya­par, hükümetler bunu yapar. Diğer her şey başarısız ol­duğunda, ego bağırıp çağırmaya ve hatta fiziksel şiddete başvurur.

Binlerce yıldır insanlığı etkisi altında tutan acıya son vermek için, önce kendinizden başlamalı, içsel du­rumunuzla ilgili sorumluluğunuzu kabul etmelisiniz, bu da şimdi demektir. Kendinize şöyle sorun: "Şu anda içimde herhangi bir olumsuzluk var mı?" Sonra uyanık olun ve hem duygularınızı hem de düşüncelerinizi göz­lemleyin. Daha önce sözünü ettiğim mutsuzluğu izle­yin. Bu mutsuzluğu gerçeklikle açıklamaya ve haklı çı­karmaya çalışan düşüncelere karşı dikkatli olun. Kendi içinizdeki olumsuz bir durumun farkına varmanız, ba­şarısız olduğunuz anlamına gelmez; tam aksine, başarılı olduğunuz anlamına gelir. O farkındalık başlayana kadar, insan kendini içsel durumuyla tanımlama eğili­mindedir ve bu tanımlama da egodur. Farkındalıkla birlikte düşüncelerden, duygulardan ve tepkilerden uzaklaşmak gelir. Bu, inkarla karıştırılmamalıdır. Dü­şünceler, duygular veya tepkiler tanınır ve tanındıkları anda, otomatik olarak çözülür. O zaman benlik duygu­nuzda belirgin bir değişiklik olur: Daha önce duyguları­nız, düşünceleriniz ve tepkilerinizdiniz; şimdi ise o du­rumlara tanıklık eden Varlık'sınız.

"Bir gün egomdan kurtulacağım." Bunu kim söylü­yor? Ego!

Egodan kurtulmak hiç de o kadar büyük bir iş değildir; tam aksine, çok basittir. Bütün yapmanız gere­ken, kendi düşüncelerinizin ve duygularınızın farkında olmaktır. Bu gerçekte bir "yapış" değil, bir "görüş"tür. Bu açıdan, kendinizi egodan kurtarmak için yapabilece­ğiniz bir şey olmadığını söylemek doğrudur. Bu değişik­lik gerçekleştiğinde, düşünceden farkındalığa geçtiği­nizde, egoya nazaran, çok daha büyük bir zeka haya­tınızı kontrol altına alır. Duygular, hatta düşünceler bile farkındalık sayesinde kişisellikten uzaklaşır, kişi­liksiz doğaları tanınır. Artık içlerinde benlik kalmaz. Sadece insan duyguları, insan düşünceleridir. Bir hikâ­yeden ibaret olan bütün kişisel geçmişiniz, bir yığın dü­şünce ve duygu, ikincil derecede öneme sahip olur ve ar­tık bilincinizin en yüksek noktasını meşgul etmez. Ar­tık kimlik duygunuzun temelini oluşturan şey onlar de­ğildir. Siz Varlığın ışığı, tüm düşünce ve duygulardan önce var olan farkındalık olursunuz.
(Eckhart Tolle)

Sorunlarla kaybolmak yerine, Paradigma değiştirin

Tamamı #BU Adresten alıntı olan Makaleyi Aslında kendime not olarak paylaşıyorum , sizler de kaynağından okuyabilirsiniz.

Sorunlarla kaybolmak yerine, Paradigma değiştirin

paradigma
Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, “sorunların içinde kaybolmak” yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını da yakalıyorlar. Örneğin; trende giderken, bir baba, 3 evladıyla oturup, sürekli ağlayan çocuklarına hiç, susun, demeden yolculuğa devam ettiğinde; siz ona ne kadarda gamsız adam, diyebilirsiniz. Ama yanlarına gidip de bir sorsanız, onların hastaneden geldiklerini, bir saat önce çocukların annelerinin öldüğünü ve eve döndüklerini öğreneceksiniz.

Oğlu olan Prof. Covey’in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu küçümsüyorlar diyerek çok üzülmüş. Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu; “anne o adam Finlandiyalı, burada simultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk” demiş.

Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaşlı bir hanım, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmiş. Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış. Hatta canı o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı? Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş. O sırada, kadının uçağının alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün; kendi kurabiye paketi, hiç açılmamış olarak çantasında duruyor. Meğer, bunca zamandır adamın kurabiyesini yiyormuş. Tabii çok utanmış ama, artık iş işten çoktan geçmiş.

Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.

Covey bu örnekleri şu sözlerle özetliyor; “aynı enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler”. Buradan yola çıkarak, çözemediğimiz sorunlar için, paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor ve Einstein’in bir sözünü anımsatıyor: Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, “sorunların içinde kaybolmak” yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu aşma şansını yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakışın, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir?

"Çözümsüz" gibi gördüğünüz sorunlar konusunda, Paradigma değiştirmenin önemi çok büyüktür. Aslında hayatımızı, başarımızı, mutluluğumuzu belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır…”

"Paradigma" nedir?

Paradigma, Fransızca "paradigme" kelimesinden gelir. Türk dil kurumu sözlüğü anlam karşılığı; "Değerler dizisi" olarak tanımlanmıştır, herhangi bir bilimsel disiplin, veya başka epistemolojik (epistemolojik=bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen felsefe dalı) içerikte düşünce kalıbına gönderme yapar. (facebook.com/Felsefe)

Düşünce Sistemi ve Ego

Tamamı #BU Adresten alıntı olan Makaleyi Aslında kendime not olarak paylaşıyorum , sizler de kaynağından okuyabilirsiniz.

Kendinizi düşüncelerinizden arındırın

Kendinizi düşüncelerinizden arındırın, özgürlüğün tadını çıkarın
İnsanları birleştiren fikirler değil, duygulardır
Bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığı anda öldürülmelidir!

Kendinizi düşüncelerinizden arındırın, özgür olun

düşünen kafa
Çoğu insanın düşünce sistemi büyük ölçüde istek dışı, otomatik ve tekrarlama şeklinde çalışır. Bu olgu, bir tür zihinsel parazitten daha fazlası değildir ve gerçek bir amaca hizmet etmez. Aslında düşünmezsiniz; düşünce kendiliğinden oluşur. "Düşünüyorum" ifadesi, bir kasıt bildirir. Bu kasıt, konu hakkında söz hakkınız olduğunu, kendi adınıza bir seçim yapabileceğiniz anlamına gelir, oysa çoğu insan için durum böyle değildir. "Yediklerimi sindiriyorum," "damarlarımda kan dolaşımını sağlıyorum" gibi sözler ne kadar yanlışsa, "düşünüyorum" demek de o kadar yanlıştır. Sindirim kendiliğinden olur; kan dolaşımı kendiliğinden olur; düşünmek kendiliğinden olur.

Zihinle tanımlama derecesi, kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar kendilerini zihinlerinden arındırdıklarında, kısa bir süre için bile olsa, gerçek özgürlüğün tadını çıkarırlar ve o kısa süre içinde hissettikleri huzur, mutluluk ve canlılık, hayatı yaşamaya değer hale getirir.

Yaratıcılık, sevgi ve şefkatin güçlendiği zamanlar da vardır. Ama diğerleri, sürekli egolarına tutsak olarak yaşarlar. Kendilerine, başkalarına ve etraflarını saran dünyaya karşı yabancılaşırlar. Onlara baktığınızda, yüzlerindeki gerginliği, çatık kaşlarını veya gözlerinde'ki dalgın bakışları fark edebilirsiniz. Dikkatlerinin büyük bir bölümü, düşüncelerine yönelmiş durumdadır ve bu yüzden sizi gerçekten göremezler ve sizi gerçekten dinleyemezler. Dikkatleri yalnız zihinlerindeki düşünce biçimleri olarak var olan geçmişe veya geleceğe odaklanmıştır. Ya da size oynadıkları role uygun şekilde davranırlar ve yine kendileri olamazlar.

Çoğu insan, "gerçek benliklerine", "gerçek kimliklerine" yabancılaşmıştır. Bazıları öylesine yabancılaşmıştır ki, başkalarıyla paylaşımları herkese "sahte" görünür; tabii onlar kadar kendilerine yabancılaşarak "sahte" davranmayı benimsemiş olanlar hariç. Yabancılaşmak, herhangi bir ortamda, herhangi bir durumda, herhangi biriyle birlikteyken veya kendi başınızayken bile, sürekli huzursuz olmak demektir. Sürekli "eve" dönmeye çalışırsınız ama kendinizi asla evinizde hissedemezsiniz.

Kafanızdaki sesin kendine ait bir canı vardır ve çoğu kişi o sesin merhametine kalmış durumdadır. "Düşüncenin", diğer bir deyişle "zihnin" tutsağı konumunda olan insan, geçmişteki olaylarla şartlandığından, geçmişi tekrar tekrar canlandırmak durumunda kalır. Doğu'lular buna "karma" derler. İçinizde oluşan düşünceler ve algıladığınız zihin sesi ile, geçmişte olan biten bazı şeyleri tekrar canlandırdığınızda, gerçekte ne yaptığınızın farkında olamazsınız, zaten bilseydiniz, düşüncelerin esiri olmazdınız.

Binlerce yıldır, insanlık gitgide daha çok zihnin esiri olmuş ve kendisine hakim olan sahte kimliğin "asıl benlik" olmadığının farkına varamamıştır. Kendini sürekli zihniyle tanımladığından, sahte benlik duygusu "Ego" ortaya çıkmıştır.

Egonun yoğunluğu, kendinizi ne derecede zihninizle ve düşüncelerinizle tanımladığınıza bağlıdır. Düşünmek, bilincin, ya da gerçek kimliğinizin toplamının minicik bir parçasından başka bir şey değildir.

Yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından Franz Kafka, Albert Camus, T. S. Eliot, James Joyce gibi yabancılaşmanın insan varlığının evrensel ikilemi olduğunu fark etmiş, muhtemelen kendi içlerinde de bunu derinden hissetmiş ve çalışmalarında muhteşem şekilde ifade etmişlerdir. Her ne kadar bir çözüm sunamamış olsalar da, bize insanlığın bu sorunuyla ilgili derin bakış açısı sunmuşlardır. Kişinin kendi sorununu açıkça tanımlayabilmesi, onu aşmak için atabileceği ilk adımdır.

"Ego", insan psikolojisinde kimliğin, kendini ikiye ayırdığı noktadaki çatlaktan içeri girer. Bu ayrımı "ben" ve "kendim" şeklinde isimlendirebiliriz. Dolayısıyla, kelimeyi "kişilik bölünmesi" şeklindeki anlamıyla kullanırsak, her ego, aslında bir şizofrendir.

Kendinize ait bir zihinsel imajla yaşarsınız ve bu kavramsal benlikle bir ilişki içine girersiniz. Hayatın kendisi kavramsallaşır ve "hayatım"dan söz ettiğinizde, konuştuğunuz kişilerin hayat'larından ayrı bir hayatınızın var olduğunu kabul edersiniz. "Hayatım" diye düşündüğünüz, yada konuştuğunuz ve buna inandığınız her seferinde, aldatıcı bir aleme sürüklenirsiniz. Eğer "hayatım" diye bir şey varsa, "hayat" ve "ben" ayrı şeyler olması gerekir ki, bu aynı zamanda hayatımı kaybedebileceğim anlamına da gelir. Ölüm, gerçek bir tehdit olarak görünmeye başlar. Kelimeler ve kavramlar, hayatı kendi içinde, gerçek dışı ayrı parçalara böler. "Hayatım" kavramının, ayrılık duygusunun kökeni, yani egonun kaynağı olduğunu söyleyebiliriz.

Eğer "ben" ve "hayat" farklı şeyler ise, yani "ben" hayattan başka bir şey isem, o zaman, var olan her şeyden ayrı konumda olmalıyım, ama onlardan nasıl ayrı olabilirim ki? "Ben" nasıl hayattan, Varlık'tan ayrı olabilir ki?, bu imkansızdır! Dolayısıyla, "hayatım" diye bir şey yoktur ve "ben" ayrı bir hayata sahip olamaz. "Benlik" hayatın kendisidir, ben ve hayat tek'tir, bunun aksi olamaz.

O halde, hayatımı nasıl kaybedebilirim ki? Zaten sahip olmadığım bir şeyi nasıl kaybedebilirim? "Ben" olan bir şeyi nasıl kaybedebilirim? Bu imkansızdır. (Eckhart Tolle - Var olmanın gücü)

sarı çizgi 

İnsanları birleştiren fikirler değil, duygulardır

İnsan Fikirleri
Fikirler; durağan, bireysel ve dogmatik olduklarında tehlikeli hale gelebilirler, çünkü gerçek; sabit değil dinamiktir. İnsanları birleştiren asıl şey; fikirler değil, duygulardır. İnsanlar asıl birleşmeyi; sevgide, merhamette, heyecanda, aşkta yaşarlar. Fikirler ile yaşıyoruz, onlar olmadan insan olma özelliğimiz kaybolur ve diğer hayvanlar gibi sadece güdüsel kalırız. Fakat fikirler yaratılışı sırasında saf ve erkli olsa da, onu kullanan insanın elinde kutuplaşarak, bireysel amaçlar için sömürü aracı haline gelmiştir.

Düşünme yetisi insanı insan yapan farklılıktır. Düşünen insan; bilimi, felsefeyi, toplumu, kültürü kendisi yaratıyor. Sonra İnsan, dönüp yarattığı o kültüre, felsefeye, topluma köle oluyor, farkına varamıyor kendi yarattığının esiri olduğuna.

Son yıllarda “Gerçekte yaşayan şey nedir?” sorusuna verilen bir cevap var: “Yaşayan şey sadece fikirler ve öğretilerdir”.

Fikirlerin insanları buluşturma özelliği vardır. Oysa farkında mıyız ki; insanı birbirinden ayıran şey de fikirlerdir. Fikirler, düşüncenin ürünü olan yayılgan tohumlardır. Bir gün bir beyinde doğar ve bilince ekilirler. Bir kez ekilen bir fikir, hızla büyüyüp tüm dünya bilincini kaplayabilir. Duygular her anın içinde aynı sabitlikle yaşansa da, yaşanmasa da, birleştiricilikleri sürekli ve dinamiktir. Fikirlerden daha çok bulaşıcı hale gelmeleri ise, onlara verilen izinle gerçekleşir.

İnception (Başlangıç) filmini izleyenler hatırlayacaktır; Cobb; uzun süre hapiste kaldıkları derin ortak rüyada mutsuz olan eşinin zihnine: “İçinde bulunduğumuz rüya gerçek dünyamız değil, eğer ölürsek asıl yaşamımıza uyanacağız.” fikrini tohumlayıp ekiyordu.

Cobb’un eşi, rüyadan kurtulup yaşama geri döndüklerinde; ekilen bu fikrin etkisinden kurtulamayarak, yaşamını sona erdirirse, asıl hayatına ve çocuklarına uyanacağını düşünüp intihar ediyordu. Bu fikre o kadar inanıyordu ki, çok sevdiği eşini arkasından gelmeye ikna etmek için, ölümüne eşinin sebep olduğunu yazan bir de vasiyet bırakıyordu. Cobb; kendi ektiği bu fikrin sonuçlarından kurtulup, evine ve çocuklarına dönmeye çalışıyordu. Ve kurtuluşunu da yine bir fikir tohumlamak ile sağlıyordu. Kendi ürünü olan fikrin esiri olmak, tam da böylesi bir şey işte.

Bir fikir aynı anda, hem hayatı kurtarabilir, hem hayatı yok edebilir. Belirleyici olan; her bir bireyde özgün farklılıklar gösteren insanın duyguları ve zamanın akışı içindeki sayısız değişkendir. Her şeyi "an" belirler, an'ın içindeki özgünlük belirler.

Filmin içindeki fikirler ve rüya konusunda ilginç bilgiler, film işte deyip geçecek kadar basit değil. Ekilen bir fikrin tehlikeli olup olmayacağını önceden bilmek de imkânsız aslında. Bunu kendi zamanının içinde her birey için yaşanan anlar ve duygular belirliyor. Bu yüzden yaşamın naturasına bakarsak, fikirlerin sabit olması da mümkün değil aslında.

Eski bilgiler ve görüşler bir kültürde çökmeye başlarken, insanlarda kaygılar oluşur. Korkunun gardiyanlığı bazen acımasızdır. Dünyanın döndüğünü söyleyen Galileo’yu yargılayan, İsa’yı ve Hallac-ı Mansur’u haça geren korku; fikirlerin değişmesine karşı koymaya çalışan kaygıdır. İnsanın kendi yarattığı fikirlere bu derecede tapınır hale gelmesinin de örnekleridir.

Bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığında öldürülmelidir

İnsan Fikri

Korkuda kutuplaşan insanlar, kendilerine göre mantıklı neden bulmakta aşırı ustadırlar. Dünya tarihindeki tüm acımasızlık sahnelerinde bu ustalık, ne yazık ki tarihi istediği gibi yazma erkine sahip olmuştur. Geldiğimiz noktada, kendimizi güya aydınlık ve modern sandığımız bir dönem yaşıyoruz. Fikirler; teknolojideki iletişim sayesinde, en hızlı yayılımını yaşıyor. Bir taraftan yayılan değişim titreşimleri çoğalırken, eski modası geçmiş fikirlerin rantlarda birleşen kuvvetleri, onları son gücüyle bastırmaya çalışıyor. Teknolojiyi kendi amaçları uğruna sömüren kutuplaşmalar, aslında son fırsatlarını kullanıyorlar. Kendi yarattığı fikirlerin kölesi olan insanlar, kendi kaygı denizinde kendini boğmak üzere.

Bir taraftan bu boğulmayı seyreden ve fikirlerden uyanıp tüm eski zincirlerinden kendini koparabilen, kendi içlerindeki sevgi bağını hissederek ona tutunan öncü insanlar var. Eski dogmatik enerjinin tüm gücüyle katletmeye çalıştığı bu insanların tek korunmaları da, yine içlerindeki sevginin kaynağı. Son güçleriyle ellerini uzatabildiklerini kurtarmaya çalışıyorlar. Ancak tutundukları fikirleri öldürebilenler, uzatılan bu elleri görebiliyor.

Fikirleri biz yaratıyoruz, onlar ölümsüz değildir, değişebilir. Beynin yapısını bilenler bilirler ki; bizim nöron nöron ördüğümüz yollardır onlar. Değiştirecek olanlar da bizleriz.

“Kendi yarattığına tapınan ve onunla yaradana şirk koşan insan” fikirlerin kölesi olan insandır. Değiştirme gücü ise, fıtratında zaten ham haliyle hep var olan güzel duygulardadır. Yaşanan tüm savaşlar fikirlerin savaşıdır. Fikirlerin kutuplaşmaları, savaş sırasında insanların duygularını sömürerek savaş aracı yaparlar sadece. Öfke, kızgınlık, kin, öç, korku adındaki duygulardır hizmetlerine aldıkları. Aşkı, sevgiyi, merhameti, barışı, şefkati savaş aracı yapmak ise mümkün değildir.

Fikirler ölümlüdür. Onun ne zaman öleceğini belirlemek de aslında çok basittir. İnsan hür olmaya adanmıştır. Onun köle olması, yaşamın temeline aykırıdır. Bir fikir, insanı kendisine köle yapmaya başladığı anda öldürülmelidir.

Yeni dönemde, tüm bağnaz, dogmatik, köleci, sabit fikirlerin ölümüne niyet ediyor, aşk, sevgi, merhamet ile birlikte yürüyeceğimiz yepyeni bir rüyanın doğumunu diliyorum. (Kaynak: indigodergisi.com)

Hepimiz Saf Enerjiyiz

Tamamı #BU Adresten alıntı olan Makaleyi Aslında kendime not olarak paylaşıyorum , sizler de kaynağından okuyabilirsiniz.

Hepimiz saf enerjiyiz!

Hepimiz saf enerjiyiz. Gördüğümüz şeylerin çoğu boşluktan ibaret!
Şans nasıl yakalanır? Şans yakalamanın temel kaideleri varmı?

Birey olmaktan kişiliğe ulaşım sürecini irdeleme

Nano Teknolojisi
Madde, birbirini sıkıca tutan moleküllerden oluşuyor. Atomlara gelince, onlar aynen birer güneş sistemi gibi. Ortalarında artı yüklü protonlar ve yüksüz nötronlardan oluşan birer çekirdek var, onun etrafında ise eksi yüklü elektronlar kendi yörüngelerinde dönüp duruyorlar. Bunu basite indirgeyerek şöyle hayal edebiliriz: Atom çekirdeğini oluşturan protonlarla nötronlar ile bunların etrafında daireler çizen elektronlar arasında çok boş yer vardır. Yani her atom, aslında bir miktar “katı” parçacıktan oluşuyor ve epeyce de boşluktan. Ki çekirdeği incelediğimizde, benzer şeyin onu oluşturan parçacıklar için de geçerli olduğunu görüyoruz.

Dikkat! Tüm bu karmaşık yapı, milimetrenin milyonda biri (1/1.000.000) kadar çapta bir hacmin içinde yer alıyor. Peki atomun aktif varlığı olan çekirdek, atomun hacmi içinde ne kadar yer kaplıyor? Çekirdeğin yarı çapı, atomun yarı çapının on binde biri (1/10.000) kadar. Bu hesaba göre çekirdeğin hacmi, atomun hacminin on milyarda biri. (1/10.000.000. 000) Geri kalan kısım boşluk.

Hacim olarak yalnızca on milyarda bir yer kaplayan çekirdeğin kütlesi, atomun kütlesinin % 99,95’idir. Her çekirdek, o atomun bir nevi kara deliğidir.

Gördüğümüz şeylerin çoğu, boşluktan ibaret

Hayal etmesi zor ama, atomun çekirdeği, bir bezelye büyüklüğünde olsaydı, elektronların kılıfı yüz yetmiş metre uzakta olurdu. Yani bizim “gördüğümüz” şeylerin çoğu, sadece boşluk. Tuttuğumuz, okşadığımız, kırdığımız her şey ve kendimiz, aslında büyük ölçüde, belki de tamamen boşluktan ibaretiz. Onu bizim için somut hale getiren mucize ise, yoğunlaşan enerji. Bu enerji alanları, mikroskopik ötesi derinliklere indikçe, daha küçük parçacıklar ve daha büyük boşluklar toplamını, bizim için tanıdık madde kılığına sokuyor.

Yani biz çeşitli enerji titreşimlerini algılar, bu bilgileri beynimizde sabit bir tasarıma dönüştürürüz. Neredeyse tüm insanlar, benzer biçimde çevirdiklerinden, cisimleri de benzer biçimde görür ve hissederler. Mesela renkler, titreşim enerjisi olarak gözümüze ulaşır, orada elektrik tetiklemeye dönüşür ve beynimiz “gördüğümüz biçimleri” üretir. Hatta değişik renk frekansları, bazı duygular oluşturup, içimizde bazı dalgalanmalara yol açar. Bu yüzden maddenin, her zaman aynı ısıya sahip olmasına rağmen, biz bazı renkleri soğuk veya sıcak diye adlandırırız. 

Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama yok edilemez

Her algıladığımız görüntü biçimi, enerjiden oluşur ve aynızamanda başka bir enerji biçimine dönüşebilir. Bu yasa, enerjinin hiç kaybolmadığını, yalnız şekil değiştirdiğini gösterir. Enerji değiştirilebilir, nakledilebilir ama yok edilemez. Doğa filozofu Demokrit (M.Ö 460-371); Dünya’daki hiçbir şeyin gerçekten kaybolmadığını, yalnız değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi hala bu teoriye dayanmaktadır.

Madde, nasıl başka biçimlere veya bizim göremediğimiz bir enerjiye dönüşebiliyorsa, daha önce görünmez olan bir enerji'de maddeye dönüşebilir. Ayrıca formların değişimini etkileyebiliriz, enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza edilebilir. Ne düşünüyorsak o, maddeye dönüşür ve her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu yüklenilirse, o kadar itici güç alırlar. Maalesef negatif düşünceler içinde bu böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji iyi ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlak nedir bilmez ve de yargılamaz, neye dönüştüğü umurunda değildir, yalnız biçim değiştirir.

İşte bu sebeple olumsuz enerji aldığımızda dengemiz bozulur, olumlu enerji aldığımızda, mesela bize bir güzel söz söylendiğinde ruhumuz güler. İşte bu sebeple bitkiler, Mozart’ın su akışlı konçertolarını dinlerken daha hızlı serpiliyorlar, Wagner’in öfkeli senfonisi çalınca güdük kalıyorlar.

Bütün evren saf enerji

Enerjiyi dokunarak (iterek, vurarak, çekerek vs.) iletmiyoruz. Bütün evren saf enerji olduğundan, her şey iletken malzeme görevi yapıyor. Sese yüklenince, titreştirdiği hava moleküllerinin çarpması sayesinde, kulak zarımızca yakalanıp, elektrik sinyalleri olarak beynimize kodlanan, ekrana yazılınca ışık molekülleri ile gözümüzün arkasındaki sarı noktaya transfer edilip, yine elektrik sinyalleri olarak beynimizde izdüşümü alınan kelimeler en belli başlı iletken araç.

Bir tek kelime ile bir insanın dengesini alt üst etme gücü var bizde. Bir tek kelime ile, bir insanın gününü aydınlatmak, yada karartmak bizim elimizde. Bu kudrete karşılık biz de dokunulmaz değiliz. Yolladığımız kelimenin ekosu bize mutlaka geri dönüyor. Bir kısır döngü (ya da olumlu döngü) başlıyor. Üstelik bazen o kelimeye bizim yüklediğimiz anlam değil de, o kelimeyi yolladığımız insanın ona yüklediği anlam da yaratabiliyor bu karmaşayı. (Ya da aşk, güven, dostluk gibi güzellikleri.)

Kelimelerimizi çok dikkatli seçmemiz gerekiyor. Özellikle karşımızdakini bilerek ya da bilmeyerek incittiğimizi fark ettiğimizde.

Hayatı daha güzel, daha az stresli bir hale sokmak çok da büyük bir çaba gerektirmiyor. Geç kalmadan ağızdan çıkan basit bir “özür dilerim” ya da kırıldığımız zaman karşıdakini kazanmayı hedefleyen yalın bir “bu hareketinle beni ne kadar kırdığının farkında mısın” uyarısı dünyayı çok daha yaşanılır hale sokar.

Kaynak: www.islaminesil.com/madde-saf-enerji

sarı çizgi

Şans nasıl yakalanır?

şans - tavuz kuşu
Günlük yaşanan sayısız olayları, zaman zaman şans ve şanssızlıklara bağlarız. Diğer taraftan uğur getiren nesnelere de inanılır. Bilime meydan okusa bile, bu inançlar insanların günlük yaşamının bir parçası olmuştur. Herhangi bir rakam yada sayı, herhangi bir hayvan türü, yerleşen sabit fikirler, periler, melekler, vampirler, şeytanlar. Bazı istatistiklere göre dünyada her yedi kişiden biri, yaşamını bu gibi batıl inançlar üzerine kurmuş.

Bazı nesneler, bitkiler ve hayvanlar şekillerindeki sempatiklikten, yada çirkinlikten dolayı, batıl inançlara malzeme olmuşlardır. Aynı şekilde bazı hareket biçimleri de uğusuzluk olarak değerlendirilmiştir. İşte bunların en yaygın olanlarından bazıları;

Uğur ve Şans diye bir şeyin var olduğunu kimse inkar etmez; şanssızlık, kader, tesadüf, karma, yürekten istedim oldu, işim rast gitti gibi kavramları biliriz. Ancak şans'ın oluşmasında bizim de katkı payımız var mı?

Evet, şansı yakalamanın temel kaideleri var. Sağduyulu bir insan için hiç bir şey tesadüf değildir. İnsan dev bir mıknatıs gibidir. Düşüncelerimiz ile evrene sürekli mesaj göndeririz. Bu frekans gidip kendine en çok benzeyen frekans ile örtüşür. Bu düşünceler belirli frekansta enerjiye dönüşür.  Böylece düşündüğümüz şey, bize doğru yaklaşır. Örneğin, araba sahibi olmak istiyoruz. İstediğimiz bu arabanın yaydığı bir frekans var, düşüncemizin de belli bir frekansı var. İşte bu iki frekans evrende birbiri ile buluşur.

Sorun şu ki; insanların birçoğu, istemediği bir sürü şey düşünür! Sonra da neden bütün olumsuzlukların tekrar tekrar başlarına geldiğini merak ederler.

Yoğunlukla neye odaklanırsak, onu elde ederiz!

Çekim yasası, istenileni'de, istenilmeyeni'de hayatımıza çeker. Yani sizin bir şeyi iyi ya da kötü algılamanızla, veya olmasını isteyip, istememenizle ilgilenmez. Yalnız odaklanmış olduğunuz düşüncelerinize cevap verir.

Eğer kendinizi kötü hissediyorsanız, “Kendimi çok kötü hissediyorum.” sinyal'i yayarsınız. Bu durumda ruh haliniz tamamen kötü bir hale bürünecektir. “Neyi düşünür ya da neye odaklanırsanız, onu alırsınız”! Eğer bir şeyden hoşlanmıyorsanız ve sürekli yakınıyorsanız; yakındığınız şey size daha çok yaklaşır. Olaylara karşı pozitif bir bakış açınız var ise; pozitif kişi, olay ya da durumları kendinize çekersiniz.

Ne ekersen, onu biçersin!

En çok hasta olanlar, hastalıktan en çok bahsedendir. Bolluktan en çok bahsedenler ise, bolluk içinde olanlardır. Düşüncelerini değiştirirsen, hayatını da değiştirirsin. Düşüncelerini değiştirirsen, bakış açını değiştirirsin. Sahip olduğun bakış açısı, yaşam kaliteni belirler.

Mutluluk, insan hayatının olumlu düşünceleridir. Olaylara karşı önyargısız, pozitif yaklaşmak, olumlu bir hayat biçimidir. Eğer zor insanlarla karşılaşırsanız, size saldırıda bulunurlarsa, onlara karşılık vermek, sinirlenmek/kızmak acı sözler söylemek hiç bir işe yaramaz. Hissettiklerinizi, hiç düşünmeden dışarı vurmak, bir karşıtlık ortamı yaratır ve olumsuz duyguları tetikler. Saldırıda bulunan kişiye bir fatura ödetirseniz, onunla birlikte siz de bir fatura ödersiniz.

Zor insanlar her zaman olmuş ve olacaktır. İnsanların amaçlarını fark edip, soğukkanlılığınızı muhafaza edin. Sizi kurban etmelerine izin vermemeye kararlı olun. Soğukkanlı, güvenli ses tonuyla, bir tutam mizah katarak konuşun. Yapmaya çalıştıkları şeyin farkında olduğunuzu gösterin.

Size söylenenlerin temelde doğru olup olmadığını analiz etmeye çalışın, eğer doğru payı var ise, şikeyetleri anında sona erdirmek için özür dileyerek, münakaşayı daha başlamadan sona erdirin. Duruma dikkat çektiği için, karşı tarafa teşekkür etmekten çekinmeyin.

affet sözü şems
Önemli olan haklı ya da haksız olmak değil. Kavganın, çekişmelerin, kazananını yoktur. Ya kaybedersiniz, ya daha çok kaybedersiniz. Önemli olan kalp kırmamak, yargılamadan iyilik yapabilmek.
"Bilgelik", haklı bile olunsa, özür dileyecek kadar asil olabilmektir. Egonuzu kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol etmeye devam edecek ve böyle olduğu sürece, tüm Dünya sizin olsa dahi, asla mutlu olamayacaksınız.

Ne verirseniz onu alırsınız, ne ekerseniz onu biçersiniz, hangi dişüncelerde yoğunlaşırsanız, düşündüğünüz her ne ise, hayatınızda o var olur. Eğer insanlara kuşku ve küçümsemeli davranırsanız, onlarda size aynı şekilde davranır, insanlara onurlu, saygılı davranırsanız, aynı şekilde yanıt vermeleri muhtemeldir.

İradeniz karşısında hiç bir şey imkansız değildir. Yeterince israr ettiğiniz takdirde, istediğiniz her şeye ulaşabilirsiniz. Ne olursa olsun, olumlu bir bakış açısı muhafaza ediniz.

Kaynak: Çeşitli yazılarından derlenmiştir.

Başarabileceğine inanırsan başarırsın

Tamamı #BU Adresten alıntı olan Makaleyi Aslında kendime not olarak paylaşıyorum , sizler de kaynağından okuyabilirsiniz.

Başarılı olmak, özgür olmak demektir!

Sizi hedefe götürecek biçimde düşünme alışkanlığına sahip olun
Mazeret bulma hastalığının en yaygın dört türü
Şans mazeretini iki yolla alt edin
Büyük düşünenlerin kelime haznesine sahip olmanın dört yolu
Ne olduğunuzu düşünüyorsanız, o'sunuzdur
Çevrenizi birinci sınıf yapmaya yardımcı olacak birkaç öneri
Küçük bir girişimde bulunarak, dostluk kazanmanın altı yolu
Liderlik İlkesi - etkilemek istediğiniz İnsanların anlayacağı dili konuşun

Hedefe götürecek şekilde düşünme alışkanlığı

İnanırsan, Başarırsın
Başarı ve doyum elde etmek için, entelektüel veya üstün zekalı olmanız gerekmiyor, ancak sizi hedefe götürecek biçimde düşünme ve davranma alışkanlığına sahip olmanız yeterli. Başarı özgür olmak demektir: Endişelerden, korkulardan, hüsrandan, başarısızlıktan kurtulup, özgür olmak. Başarı kişisel saygı demektir, hayatta sürekli daha gerçek mutluluk ve doyum bulmak, hayatı size bağlı olanlar için, daha çok şey yapmak demektir.

Her insan başarı ister. Herkes bu hayatın kendisine verebileceğinin en iyisini ister. İnanmak ile bir dağı yerinden oynatabilirsiniz. Başarabileceğinize inanarak, başarıyı elde edebilirsiniz. İnanmak şu şekilde çalışır; inanmak, “yapabileceğimden eminim” tavrı, yapmak için gerekli olan güç, beceri ve enerjiyi üretir. “Bunu-yapabilirim”e inandığınızda “bu nasıl-yapılır” gelişmeye başlar. “Tamam-bir-deneyeceğim-ama-bu-işin-olacağını-sanmıyorum” tavrı başarısızlığı getirir.

İnanma'mak olumsuz bir güçtür. Akıl inanmadığında, veya tereddüde düştüğünde, bu inançsızlığı destekleyici sebepleri çekmeye başlar. Birçok başarısızlığın sorumlusu tereddüt, inanmamak, bilinçaltının başarısız olma, gerçekten başarılı olmayı istememe düşünceleridir. Endişeleri düşünürsen, başarı'sız olursun. Zaferi düşünürsen, başarılı olursun. Kişi kendi düşüncelerinin ürünüdür. Büyük düşünün, termostatınızı ileriye ayarlayın. Başarınızı, başaracağınıza olan dürüst ve saygılı inançla, atak bir biçimde başlatın. Büyük düşünün ve iyi gelişin.

İnancın Gücünü Geliştirmek

Kendi hastalığını kendin tedavi et:

Başarıya ulaşmayı düşündüğünüzde, üzerinde çalışacağınız tek şey insanlardır. İnsanlar üzerinde çalışmayı derinleştirdiğinizde, başarısız insanların “zihin-öldürücü” düşünce hastalığından çektiklerini keşfedeceksiniz. Bu hastalığa "excusitis" diyoruz. Her başarısızlığın temelinde bu hastalık vardır. En sıradan insanlarda bile hafif dozda bulunmaktadır. Kişi daha başarılı oldukça, bahane bulma eğiliminin azaldığını göreceksiniz. Sıradan başarıları olan kişiler, neden yapmadıkları, yapamadıklarını açıklamak konusunda çok hızlıdır. Başarılı insanların hayatını incelediğinizde şunu keşfedersiniz: Sıradan bir insanın öne sürdüğü tüm bahaneler, başarılı insanlar tarafından da ileri sürülebilecekken, sürülmemiştir. Şimdiye dek hiçbir başarılı iş adamı, asker, satıcı, uzman bir kişi, veya herhangi bir alanda lider olmuş kişinin, arkasına sığınmak için bir mazeret bulduklarını ne duydum, ne de böyle biriyle tanıştım. Roosevelt, tutmayan bacaklarının arkasına saklanabilirdi, Truman, “kolej eğitiminin olmadığı” gerekçesini kullanabilirdi; Kennedy, “Başkan olmak için çok gencim” diyebilirdi; Johnson ve Eisenhower kalp krizlerinin ardına saklanabilirdi.

Mazeret bulma hastalığı

Her hastalık gibi, mazeret bulma hastalığı da, uygun teşhis konmazsa, daha ağırlaşır. Hastalığının kurbanı olan bir kişi, kendisini korumak için bahaneler üretir; Kötü sağlık, eğitim yetersizliği, yaşlılık, gençlik, kör talih, kişisel felaket, eş, ailemin beni yetiştirme biçimi vsr. Kurban her mazeret buluşunda, bu mazeret bilinçaltında kök salar. Düşünceler, olumlu olsun olumsuz olsun, sürekli tekrarla beslenirse, daha da güçlenir. Mazeret bulma hastası, başlangıçta mazeretinin aşağı yukarı yalan olduğunu bilir. Fakat bunu tekrar ettikçe, tamamen doğru olduğuna inanır. Olması gerektiği kadar başarılı olamamasının gerçek nedeni bu mazerettir.

Sağlık mazereti kronik “Kendimi iyi hissetmiyorum” türünden, daha özel “benim şu...şu... hastalıklarım var” türüne kadar çeşitlilik gösterir. Doktor ve cerrah arkadaşlarım, örnek bir yetişkin insan yaşamının var olmadığını söyler. Tıbbi açıdan herkeste mutlaka bir sorun vardır.

Cleveland’deki bir konuşmamı henüz bitirmiştim ki, çıkışta 30 yaşlarında bir adam benimle birkaç dakika özel olarak konuşmak istediğini söyledi. “Biliyor musunuz,” diye devam etti, “kalbimden rahatsızım ve kendimi sürekli kontrol altında tutmak zorundayım.” Daha sonra dört doktora gittiğini, ancak hiçbirisinin sorunu çözemediğini anlatarak ne yapmasını önereceğimi sordu.

“Kalp hakkında hiçbir şey bilmiyorum, ama farklı mesleklerden kişiler de olsak, üç şey yapardım.

Sağlık mazeretinin üstesinden gelmek için 4 çare:

Başarılı olmak için yüksek zeka gerekir mi?

Çoğumuz zekayla ilgili olarak iki temel hata yaparız:

1. Kendi zeka gücümüzü küçümseriz.
2. Diğer insanların zeka gücünü abartırız.

Önemli olan ne kadar zekâya sahip olduğunuz değil, sahip olduğunuz zekayı nasıl kullandığınızdır. Zekânızı yönlendiren düşünce, zekâ gücünüzün miktarından daha önemlidir.

Vazgeçme'mek, yapabilmenin yüzde 95’idir:

Bazı zeki insanlar neden başarısız olurlar? Yıllarca olğanüstü-dahi denilebilecek bir kişinin yakınında bulundum. Soyut zekası çok gelişmiş olan Phi Beta Kappa, doğuştan çok zeki olmasına rağmen, tanıdığım en başarısız kişilerden birisidir. Çok sıradan bir işi vardı (sorumluluk almaktan korkardı). Hiç evlenmedi (birçok evlilik boşanma ile sonuçlanır). Pek az arkadaşı vardı (insanlardan sıkılırdı). Mal, mülk gibi şeylere yatırım yapmazdı (parasını kaybedebilir). Bu adam o muhteşem beyin gücünü başarıya ulaşmak üzere araştırmalara yönlendirmek yerine, işlerin neden yolunda gitmeyeceğini ispatlamakta kullanırdı. Beynindeki muhteşem kaynağı, olumsuz düşüncelerin yönlendirmesinden dolayı bu adam kendinden çok az şey verir ve hiçbir işe yaramazdı.

Unutmayın, zekanıza yol gösteren düşünceler, sahip olduğunuz zekadan çok daha önemlidir. Doğuştan varolan kabiliyetlerin miktarını artırmak konusunda, fazla bir şey yapamayız, ancak sahip olduğumuz şeyleri kullanma biçimini elbette değiştirebiliriz.  Bilgi, yapıcı olarak kullanıldığında bir güç'tür; Sık sık, bilginin güç olduğu biçiminde sözler duyarız, ama bu cümlenin ancak yarısı doğrudur. Bilgi sadece olası bir güçtür, ancak yapıcı olarak kullanıldığında tam bir güç'e dönüşür.

Büyük bilimadamı Einstein’la ilgili bir hikaye vardır. Bir keresinde, ona bir mil kaç feet'tir diye sormuşlar. Einstein’ın cevabı şu olmuş: “Bilmiyorum. Herhangi bir referans kitabından iki dakikada bulabileceğim gerçeklerle, beynimi neden doldurayım ki?” Einstein bize büyük bir ders vermekte. Einstein beyninizi gerçekleri saklamak üzere bir depo olarak kullanmak yerine, onu düşünmek için kullanmanın daha önemli olduğunu anlamıştır.

1. Kendi zekanızı asla hafife almayın ve başkalarının zekalarını gereğinden fazla büyütmeyin. Kendinizi ucuza satmayın.

2. Kendinize her gün sürekli şunu anımsatın: “Tutumum, zekamdan daha önemlidir.”

3. Unutmayın, bilgileri ezberlemek yerine, düşünebilme yeteneği çok daha değerlidir.

Mazeretler:

Yaş mazeretinin üstesinden geldiğinizde, bunun doğal sonucu, gençlik iyimserliğini ve gençlik duygusunu elde etmektir. Yaş mazereti korkularını yere serdiğinizde, yaşamınıza yıllar katmanın yanı sıra, başarılar da katmış olursunuz. Yaşlılık bir başarısızlık hastalığıdır. Sizi geri çekmesine karşı çıkarak onu yenin.

Kısaca özetlersek, yaş mazereti şöyle giderilebilir:

1. Şu anki yaşınıza olumlu bakın. “Hala gencim” diye düşünün, “Yaşlandım” diye değil. Yeni ufuklara doğru bakmayı öğrenin, coşku sahibi olun ve gençlik duygusunu hissedin.

2. Ne kadar üretken zamanınız kaldığını hesaplayın. Unutmayın, 30 yaşındaki bir kişinin önünde, hala üretken olarak geçirebileceği yüzde 80’lik bir aktif yaşantı süresi vardır. 50 yaşındaki birinin önünde de fırsatlarla dolu yıllarının yüzde 40’ı-üstelik en iyi yüzde 40’ı. Aslında yaşam pek çok insanın düşündüğünden daha uzundur.

3. Gerçekten ne yapmak istiyorsanız, onu yaparak, gelecek zamana yatırım yapın. “Yıllar önce başlamış olmalıydım” biçiminde düşünmeyi bırakın. Bu, başarısızlık düşüncesidir. Bunun yerine “Şimdi başlayacağım, en iyi yıllarım önümdeki yıllar” diye düşünün. Bu başarılı insanların düşünme biçimidir.

Şans mazeretini iki yolla alt edin:

1.Sebep-sonuç kanununu kabul edin. Bir başka kişinin “şansı” olarak görünen şeye ikinci kere bakın. Onun geleceğini yönlendiren şeyin şans değil, hazırlık, planlama, başarı-üreten düşünme süreci olduğunu görün. Bir başkasının “kötü şansı” olarak görünen şeye de, bir daha bakın. O zaman bazı sebeplerin varlığını keşfedeceksiniz.

2. Hüsnü kuruntuya kapılmayın. Zihinsel enerjinizi hiçbir efor sarf etmeden başarı elde edecek yolların hayalini kurmakla harcamayın. Sadece şans ile başarılı olamayız. Başarı, onu üreten şeyleri yapmakla, onu üreten prensipler konusunda uzman olmakla elde edilir. İş hayatında yükselmeyi, zaferleri, yaşamdaki güzel şeyleri şansa bağlamayın. Şansın işlevi bu güzel şeyleri size ulaştırmak değildir. Bunun yerine, sizi başarılı bir insan yapacak kaliteyi kendinizde geliştirmeye odaklanın.

Güven sağlayıp, korku'yu yenin!

Korkularınızı yenin
Evet, korku bir gerçektir ve onu yenmeden önce varlığını kabul etmeliyiz. Bugün artık korkunun çoğu psikolojiktir. Endişe, gerginlik, sıkıntı, panik, tümü de yanlış idare edilen olumsuz düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Eski “o-sadece-senin-aklında var” yaklaşımı, korkunun aslında var olmadığını varsayar, ama korku vardır, korku bir gerçektir. Korku, başarının bir numaralı düşmanıdır. Korkunun her türlüsü, veya büyüklüğü bir psikolojik hastalık türüdür. Zihinsel bir hastalığı da bedensel bir hastalığı tedavi ettiğimiz gibi, korkuyu da kendini kanıtlamış yöntemlerle tedavi ederiz.

Güven duygusu tamamen sonradan elde edilir veya geliştirilir. Hiç kimse içinde güvenle doğmaz. Etrafına güven saçan, korkuyu yenmiş, her zaman ve her yerde kendini rahat hisseden bu insanlar güvenlerinin bir parçasını sonradan elde etmişlerdir. Siz de bunu yapabilirsiniz.

1. Korkunuzu izole edin. Gerçekte tam olarak neden korktuğunuzu belirleyin.

2. Sonra harekete geçin. Her korku için bir eylem biçimi vardır. Unutmayın, tereddüt sadece korkuyu büyütür. Kararlı olun, hemen harekete geçin. Kendine güvensizlik varsa, bu bizi doğrudan hatalı yönetilen belleğe götürür. Beyniniz tıpkı bir banka gibidir. “Akıl bankanıza” her gün düşüncelerinizi yatırırsınız. Bu düşünce birikimleri büyür ve sizin belleğiniz olur. Düşünmeye başladığınızda, veya bir problemle karşılaştığınızda, aslında bellek bankanıza şunu söylersiniz: “Bunun hakkında ne biliyorum?” Bellek bankanız, size daha önceki benzer durumlarda yatırmış olduğunuz bilgi parçalarını sunar. O halde belleğiniz, yeni düşünceleriniz için işlenmemiş malzeme sağlayan temel kaynağınızdır.

Güven sağlamak için yapmanız gereken iki önemli şey:

1. Bellek bankanıza sadece olumlu düşünceleri yatırın. Dürüst olmak gerekirse, herkes hoş olmayan can sıkıcı, cesaret kırıcı, pek çok durumla karşı karşıya kalır. Ama başarısız insanlarla, başarılı insanlar bu durumları farklı biçimlerde ele alır. Başarısız insanlar bunları, duygusal olarak ele alır. Bu hoş olmayan durumlar üzerinde gereğinden fazla durarak, bunların belleklerinde iyi bir yer edinmelerine neden olurlar. Bunları akıllarından çıkaramazlar. Geceleri, üzerinde düşündükleri şeyler, bu hoş olmayan durumlardır. Öte yandan kendine güvenen başarılı insanlar, bunlar üzerinde “bir daha düşünmezler bile.” Başarılı insanlar bellek bankalarına olumlu düşünceler yatırmada uzmanlaşmıştır.

2. Bellek bankanızdan yalnız olumlu düşünceler kullanın: Ya da, olumsuz düşünceler, zihinsel canavarlar haline gelmeden, onları yok edin, zihinsel canavarlar yaratmayın. Bellek bankanızdan işe yaramaz, boş şeyler çekmeyi reddedin. Hangi türden olursa olsun bir şeyi anımsadığınız zaman, deneyiminizin olumlu kısmı üzerine odaklanın; kötü tarafını unutun, onu toprağa gömün. Kendinizi olumsuz düşünürken yakalarsanız, zihninizi tamamiyle kapatın.

İnsanları uygun değerlendirin:

1. Öteki kişiye dengeli şekilde bakın. İnsanları ele alırken şu iki noktayı aklınızdan çıkarmayın. Bir kere, öteki kişi önemlidir, her insan önemlidir. Ama şunu da unutmayın: “Siz de önemlisiniz.” O nedenle birisiyle tanıştığınızda, şöyle düşünmeyi kural haline getirin: “Biz oturmuş, karşılıklı ilgimizi çeken ve bize fayda sağlayacak konuda konuşmakta olan iki önemli insanız.”

2. Bir anlama tutumu geliştirin. Mecazi olarak sizi ısırmak isteyen, size hırlamak isteyen, sizi sürekli azarlamak isteyip de, bunu yapamazsa küçük düşürmek isteyen insanların sayısı az değildir. Bu tip insanlara karşı hazırlıklı olmazsanız, kendinize olan güveniniz zarar görür, kendinizi yenilgiye uğramış hissedersiniz. Dolayısıyla bu gelişmiş kabadayıya - kendi zehrini etrafa yayan kişiye karşı bir savunma gereksiniminiz vardır. Doğru olanı yapmak vicdanınızı tatmin eder, bu da insanın kendine güvenini geliştirir. Yanlış olarak kabul edilen bir şeyi yaptığımızda ise, iki olumsuz şey meydana gelir. Birincisi, kendimizi suçlu hissederiz, suçluluk kendimize olan güveni zedeler. İkincisi, er geç diğer insanlar bunu öğrenir ve bize olan güvenleri sarsılır.

Güvenli düşünmek için, güvenli hareket edin

Ünlü psikolog Dr. George W. Crane, "Uygulamalı Psikoloji" adlı kitabında şöyle demiştir: “Unutmayın, davranışlar duyguların göstergeleridir. Duyguları doğrudan denetleyemezsiniz, sadece davranış veya hareketlerinizin seçimiyle bunu yapabilirsiniz. Bunu yaygın trajedilerin tümünden (evlilikteki zorluklar veya yanlış anlamalar) kurtarmak için somut olan bazı psikolojik gerçeklerin farkında olun. Her gün uygun davranışlarda bulunursanız, kısa sürede bunlara göre hissetmeye başlayacaksınız. Sadece hem kendiniz, hem de partneriniz için randevu, öpücük, günlük kompliman yapma ve birçok küçük kibar davranışlar konusunda dikkatli olun; böylece aşk duygusu konusunda endişe etmemize gerek kalmaz. Kendinizi sadık hissetmediğiniz sürece sadık davranamazsınız.”

Psikologlar fiziksel hareketlerimizi değiştirerek, tutumlarımızı değiştirebileceğimizi söylerler. Örneğin, kendinizi güldürebilirseniz, sonunda kendinizi daha neşeli hissedersiniz. Kambur durmak yerine, dik durursanız, kendinizi daha üstün hissedersiniz. Bu olumsuz açıdan da geçerlidir. Biraz sert kaş çatarak bakın, bakalım kendinizi sürekli kaşları çatık biri olarak hissetmiyor musunuz?

Düzenlenmiş davranışların duyguları değiştirdiğini ispatlamak çok kolaydır. Biriyle tanışırken çekingen davranan insanlar, bu çekingenliklerinden üç basit hareketi aynı anda yerine getirerek kurtulabilir: İlki, diğer kişinin elini yakalayıp, sıcak bir şekilde tokalaşın, ikincisi, doğrudan ona bakın. Üçüncüsü “Sizinle tanıştığıma memnun oldum” deyin. Yani güvenli düşünmek için, güvenli davranın. Hissetmek istediğiniz biçimde davranın. Aşağıda beş tane “güven-geliştirici” egzersiz yer almaktadır.

1. En ön sırada olun: Toplantılarda-kutsal yerlerde, sınıfta veya diğer türden topluluklarda önce arka sıraların dolduğu dikkatinizi çekti mi? Pek çok insan arka sıralarda oturmak için mücadele eder, böylece “fazla dikkat çekmezler.” Fazla dikkat çekmek istememelerinin sebebi ise, kendilerine güvenmemeleridir.

2. Göz teması kurmaya çalışın: İçgüdüsel olarak, gözlerinizin içine bakmayan kişi hakkında kendinize sorular sormaya başlarsınız. “Ne saklamaya çalışıyor? Neden korkuyor? Bir şey mi söylemek istiyor?”. Göz temasından kaçınırsanız, kendiniz hakkında iyi bir şey söylemiş olmazsınız. “Korkuyorum, güvenim yok” dersiniz. Bu korkuyu, diğer insanın gözlerinin içine bakarak yenin. Diğer insanın gözlerinin içine bakmak ona şunu iletir; “Açığım ve dürüstüm. Sana söylemekte olduğum şeye inanıyorum, korkmuyorum. Kendime güveniyorum.” Bırakın gözleriniz sizin için çalışsın. Gözleriniz karşınızdaki insanın gözlerinin içine baksın. Bu size sadece güven vermez, size güven duyulmasını da sağlar.

3. Yüzde 25 daha hızlı yürüyün:
Darbe yemiş, yoksulluk içindeki bir insan ayaklarını sürükleyerek ve tökezleyerek yürür. Kendine güveni sıfırdır. Sıradan insanların yürüyüşleri de “sıradandır.” Adımları “sıradandır.” “Kendimle çok fazla gurur duymuyorum” gibisinden bir görüntüye sahiptirler. “Yüzde-25-daha-hızlı-yürüyün” tekniğini kullanmak, kendinize güveni geliştirmede yardımcı olur. Omuzlarınızı geri çekin, kafanızı dik tutun; biraz daha hızlı yürüyerek, kendinize güveninizin nasıl artmakta olduğunu hissedin.

4. Düşüncelerinizi çekinmeden söylemeyi deneyin:
Farklı büyüklüklerdeki değişik gruplarla çalışırken, pek çok insanın bilinçli olarak ve doğal bir yetenekle durup, tartışmalara katılmada başarısız olduklarını gözledim. Bunun nedeni, diğerlerine katılıp, onlarla tartışmak istememeleri değildir. Daha ziyade, kendine güven eksikliğidir. Konferansta suskun kalan insan, kendi kendine şöyle düşünür: “Benim düşüncem büyük bir olasılıkla değersiz. Bir şey söylersem, kendimi aptal yerine koymuş olabilirim. O nedenle hiçbir şey söylemeyeceğim. Bunun yanı sıra, gruptaki diğer kişiler belki benden daha çok şey biliyor. Benim dikkate değmez biri olduğumu bilmelerini istemem.”

İnsanlar içinde suskun kalan kişi, her seferinde, kendisini daha yetersiz ve aşağılık duygusuna kapılmış hisseder. Çoğu zaman kendi kendine zayıf bir söz verir (içinin derinliklerinde tutmayacağını da bilir) ve bir dahaki sefer konuşmayı deneyecektir. Suskunumuz her başarısız konuşma girişiminden sonra, güven zehrinden bir doz daha alır. Kendine güveni gittikçe azalır.

Katıldığınız her açık toplantıda düşüncelerinizi çekinmeden söylemeyi kural haline getirin. Katıldığınız her iş toplantısında, komite toplantısında, grup forumlarında gönüllü olarak bir şey söyleyin. Yorum yapın, öneri getirin, soru sorun. Konuşan son insan olmayın, buzu kıran kişi olun. Bu, kendi güveni'nizi arttırıcı bir vitamindir.

5. Gülümseyin: Pek çok kişi, bir gülüşün, kişiye büyük bir itici güç verdiğini duymuştur. Gülümsemenin güven açığını kapatmak için mükemmel bir ilaç olduğu söylenmiştir. Ama insanların çoğu buna hala inanmaz, çünkü korkarken gülümsemeyi hiç denememişlerdir. Eğer karşımızdaki kişiye içten gülümserseniz, kişi size kızmayı sürdüremez.

Bir gün, bunu gösteren küçük bir olay geldi başıma. Kavşakta durmuş, yeşil ışığın yanmasını bekliyordum ki, arkamdaki sürücünün ayağı frenden kaymış, arka tamponumu şöyle bir teste tabi tutmuştu. Aynadan arkaya baktım ve arabadan indiğini gördüm. Ben de indim ve kurallar kitabını unutarak, kendimi bir ağız dalaşına hazırladım. İtiraf etmeliyim ki, onu konuşmamla parçalara ayırmaya hazırdım. Bereket versin, bu şansı yakalamadan önce, bana doğru yürüdü, gülümsedi ve en samimi ses tonuyla şöyle dedi: “Arkadaş, gerçekten böyle bir şey yapmak istemedim.” Samimi açıklamasına uygun o gülümseme beni eritti. “Tamamdır, olur böyle şeyler” gibisinden bir şeyler geveledim. Göz açıp kapatıncaya dek rakibim, dostum olmuştu.

Büyük Düşünmek

Büyük Düşünmek
Filozoflar binlerce yıldır iyi bir tavsiyede bulunmuşlardır: Kendini bil. Ama görünen o ki, pek çok insan, bu önerinin anlamının şu olduğunu sanmaktadır: Sadece olumsuz tarafını bil. Birçok kişisel değerlendirme, kişinin hatalarından, yetersizliklerinden, kusurlarından meydana gelmektedir. Yetersizliklerimizi bilmek iyi bir şeydir, çünkü bu bize kendimizi hangi alanlarda geliştirebileceğimizi gösterir. Ama sadece olumsuz yanlarımızı bilirsek, çıkmazdayız demektir. Değerimiz çok küçülür.

Birçok insanın anlamakta güçlük çektiği, farklı kelime ve deyim kullanan insanlar, buyurgan olma eğilimi güden ukalâlardır. Ve ukalâa insanlar genellikle küçük düşünen insanlardır. Bir insanın kelime haznesi, kullandığı kelime sayısı ile ölçülmez. Bundan ziyade, bir kişinin kelime haznesiyle ilgili tek önemli şey, kelime ve deyimlerinin, gerek kendi, gerekse karşısındakinin düşüncelerinde yarattığı etkidir.

Temel bir saptama: Biz kelime ve deyimlerle düşünmeyiz. Biz sadece resim veya görüntülerle düşünürüz. Kelimeler düşüncelerin hammaddeleridir. Konuşurken veya okurken, o şaşırtıcı cihaz (beyin) kelime ve deyimleri otomatik olarak zihinsel resimlere dönüştürür. Her kelime veya deyim, birbirinden az da olsa farklı zihinsel resimler yaratır. Biri size “John yeni bir araba satın aldı” derse, siz bir resim görürsünüz. Ama “Jim yeni bir çiftlik evi aldı” deseler, bu kez farklı bir resim görürsünüz. Gördüğümüz zihinsel resimler, nesneleri adlandırmak, veya açıklamak için kullandığımız kelimelerin türüne göre değişir.

Büyük düşünenlerin kelime haznesine sahip olun:

1. Neler hissettiğinizi açıklarken, büyük, olumlu, neşeli kelime ve deyimler kullanın. Biri size “Bugün kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorduğunda, ona “Yorgunum (başım ağrıyor, keşke bugün cumartesi olsaydı, kendimi iyi hissetmiyorum)” diye cevap verirseniz, sonunda kendinizi daha kötü hissediyor olmanıza yol açarsınız. Şunu deneyin. Çok basit ama müthiş güçlü bir nokta. Size ne zaman “nasılsın?” veya “kendini bugün nasıl hissediyorsun?” diye sorarlarsa, şöyle cevaplayın: “Harika, teşekkür ederim. Ya sen?”, “müthiş” veya “çok iyi”. Böylece her fırsatta kendinizi harika hissedecek ve kendinizi gerçekten de harika hissetmeye başlayacaksınız.

2. Diğer insanlara açıklama yaparken hoş, neşeli, güzel kelime ve deyimler kullanın. O anda sizinle olmayan üçüncü bir kişi hakkında konuşurken, o kişi için mutlaka “gerçekten iyi bir insan. Bana işlerinin de harika olduğunu söylediler,” gibisinden büyük kelime ve deyimlerle komplimanda bulunun.

3. Diğer insanları cesaretlendirmek için olumlu bir dille konuşun. Her fırsatta insanlara komplimanda bulunun. Tanıdığınız herkes övülmeye can atar. Eşinize her gün söyleyecek özel bir kelimeniz olsun. Sizinle çalışan insanları izleyin ve kompliman yapın. Övmek, samimi şekilde yapılırsa, başarı için anahtar olur.

4. Diğer insanlara bir şeyler anlatırken olumlu kelimeler kullanın. İnsanlar “size iyi haberlerim var. Dahiyane bir fırsatla karşı karşıyayız...” gibisinden bir şey duyduklarında, zihinleri parıldamaya başlar. Ama “hoşlansak da hoşlanmasak da yapmamız gereken bir iş var”, gibi bir şey duyduklarında, zihindeki film neşesiz ve sıkıcı olur. Zafer sözü verirseniz, destek kazanırsınız. Kale inşa edin, mezar kazmayın.
Dünyanın bizim üstümüze koyduğu fiyat etiketi, bizim kendimize biçtiğimiz değerle neredeyse aynıdır. Potansiyel olarak pek çok güçlü kişi, küçük, önemsiz şeylerin, kendilerini başarıya götürecek yolu engellemesine izin verir. Şimdi bunların dört örneğini inceleyelim.

1. İyi bir konuşma yapmak: Pek çok kişi, topluluk karşısında kötü bir konuşmacıdır. Kişi konuşmak üzere ayağa kalktığında, ne olur? Korkar, çünkü tedirgindir, konuşurken kafası karışır ve “acaba hata mı yaptım?” diye sormaya başlar.  Neden mi? Sebebi basit; pek çok insan konuşma yaparken, büyük ve önemli şeylere değil, küçük ve önemsiz şeylere yoğunlaşır. Bir konuşmacının gerçek değeri, dik durması, veya gramer hatası yapmamasıyla değil, öne sürdüğü noktaların dinleyiciler tarafından anlaşılıp, anlaşılmamasıyla ölçülür. Sıradan şeyleri dert ederek, topluluk önünde başarısız bir konuşmacı durumuna düşmeyin.

2. Kavganın sebebi? Hiç kendi kendinize, kavga etmenin sebeplerinin ne olduğunu sordunuz mu? Kavgaların en az yüzde 99’u küçük, önemsiz şeylerden başlar. İşte size işe yarayan bir teknik. Birini eleştirmeden, azarlamadan, ona ithamda bulunmadan veya meşru-müdafaa niyetine karşı saldırıya geçmeden önce, kendinize şunu sorun: “Bu gerçekten önemli mi?” Birçok durumda önemli değildir ve böylece uyuşmazlıktan kaçınmış olursunuz. Olumsuz bir tutum içine gireceğinizi hissettiğiniz an, kendinize sorun: “Gerçekten önemli mi?” Bu soru daha hoş bir ev ortamı yaratmada büyüsel bir işleve sahiptir. Büroda da geçerlidir. Eve giderken trafikte birisi aniden önünüze geçtiğinde de. Bu soru, hayatta tartışma yaratmaya açık tüm durumlarda işinize yarar.

3. John en küçük odayı aldı. Hepsi aynı seviyede olan dört genç yönetici ofis değiştirip, yeni odalarına taşınmışlardı. Odaların üçünün büyüklüğü aynıydı ve benzer biçimde dekore edilmişti. Dördüncüsü, daha küçüktü ve aynı ihtimamla döşenmemişti. John'a dördüncü oda verilmişti. Bu onun için çok ciddi bir gurur meselesi oldu. Bir anda bunu kendisine karşı yapılmış olan bir ayrımcılık olarak değerlendirdi. Sonuçta diğer yönetici arkadaşlarına karşı düşmanlık duyar oldu. Onların yaptığı işlerde yardımda bulunacağına, köstek olur bir hale girdi. İşler daha kötüye giderek, üç ay sonra öyle bir hata yaptı ki, yönetime kendisini işten kovmalarından başka bir alternatif bırakmadı.

Kendisine karşı ayırımcılık yapılmış olduğuna inanmakla, şirketin hızla büyümekte olduğunu ve bir odaya sahip olmanın dahi bir ayrıcalık olduğunu algılayamadı. Odaların dağıtımını yapan yöneticinin hangi odanın küçük olduğunu bilmediğini dahi aklına getirmedi. John'un dışında şirkette hiç kimse, odanın büyüklüğünü bir değer ölçüsü olarak almamıştı.

Bölümünüze ait personel listesinde, adınızı en sonda görmek, veya bir ofis mesajının dördüncü kopyasını almak gibi önemsiz şeyler hakkında küçük düşünmenizin size büyük zararı dokunur. Büyük düşünün ve böyle ufak tefek şeylerin sizi yolunuzdan alıkoymasına izin vermeyin.

4. Kekelemek bile önemsiz bir ayrıntıdır. Konuşma özürlü olmak, mesleği konuşma yapmak olanlar için bile sıradan, önemsiz bir ayrıntıdır. Eğer kişinin büyük meziyetleri varsa.

Size yardımcı olması açısından üç yöntem uygulayın:

1. Gözlerinizi büyük hedefe odaklayın. Evlilikte büyük hedef barıştır, mutluluktur, huzurdur, yoksa münâkaşaları kazanmak ve ‘sana böyle olduğunu söylemiştim’ demek değil. Elemanlarınızla çalışırken, büyük hedef, onların tüm potansiyellerini geliştirmektir; küçük hatalarını sorun yapmak değil. Komşularla yaşarken, büyük hedef, karşılıklı saygı ve arkadaşlıktır, yoksa bir gece havladığı için, köpeklerini bir kulübeye tıktırabilir miyiz diye düşünmek değil.

2. “Gerçekten önemli mi?” diye sorun. Bu tür sorunlu durumlarda “gerçekten önemli mi?” diye yaklaşılırsa, aslında tartışma ve kavgaların en az yüzde 90’ı hiç yaşanmaz.

3. Sıradanlık tuzağına düşmeyin. Konuşma yaparken, problem çözerken, çalışma arkadaşlarınıza akıl verirken, gerçekten önemli şeyleri düşünün. Bir fark yaratan şeyleri. Yüzeysel şeylerin içinde boğulmayın, önemli şey üzerine yoğunlaşın.

Yaratıcı düşünüp, hayal kurun:

Yaratıcı düşünce, bir şeyi yapmak için yeni ve gelişmiş yollar bulmaktır. Her türlü başarının ödülü, evde, işte, dernekte, işleri daha iyi yapmak üzere, yeni yol ve yöntem bulmakta saklıdır. Şimdi, yaratıcı düşünce kabiliyetimizi geliştirip, güçlendirmek için neler yapabileceğimize bakalım.

Birinci adım: Yapabileceğinize inanın. Bir şeyin yapılabileceğine inanmak, aklı o şeyi yapmak için bir yol bulmak üzere harekete geçirir.

İkinci adım: Bir şeyin yapılabileceğine inanmak, yaratıcı çözümlerin yolunu açar. Bir şeyin yapılamayacağına inanmak, yıkıcı bir düşüncedir. Bu nokta, küçük ya da büyük her türlü durum için geçerlidir. Kalıcı dünya barışının sağlanabileceğine içtenlikle inanmayan politik liderler, dünya barışını sağlamada başarılı olamazlar, çünkü zihinleri barışı getirici yaratıcı çözümlere kapalıdır. Birinden hoşlanabileceğinize inanırsanız, onunla ilgili hoşlanacak bir şeyler bulabilirsiniz. Kişisel problemlerinize çözüm bulabilirsiniz, eğer bulabileceğinize inanırsanız. İnanç, yaratıcı güçler çıkarır. İnançsızlık ise, frenleri devreye sokar. İnanın ve yapıcı olarak düşünmeye başlayacağınızı göreceksiniz. Arzu varsa, çözüm de vardır. Yapabileceğinize inanın. Bu, yaratıcı düşüncenin temelidir.

Yaratıcı gücünüzü geliştirmek için iki öneri

“Ortalama” insanlar daima ilerlemenin karşısındadır. Donmuş olan hiçbir şey büyümez. Eğer geleneğin akıllarımızı dondurmasına izin verirsek, yeni fikirler filizlenemez. Geleneksel düşünme; yaratıcı kişisel başarı programına ilgi duyanların bir numaralı düşmanıdır. Geleneksel düşünme, zihninizi dondurur, ilerlemenizi engeller ve yaratıcı gücünüzü geliştirmenize mani olur.

Geleneksel düşünce ile mücadele etmenin üç yolu:

Başarılı insan, “Daha iyi yapabilir miyim?” diye sormaz, yapabileceğini bilir. Dolayısıyla sorduğu soru şudur: “Nasıl daha iyi yapabilirim?” İşte, evde, dernekte başarının bileşenleri şudur; yaptığını daha iyi yap (yaptığın işin kalitesini arttır) ve yaptığının daha fazlasını yap (yaptığın işin miktarını arttır.) Bir şeyin yapılmasını istiyorsan, onu meşgul bir insana ver, boş zamanı çok olan kişilere verme. Her seviyeden insanlarla yaptığım yüzlerce mülakat sonucunda şunu keşfettim: “Kişi ne kadar büyükse, sizin konuşmanızı sağlamak üzere, sizi cesaretlendirme eğilimi o kadar fazladır. Kişi ne kadar küçükse, size öğüt verme eğilimi o kadar yüksektir.” Büyük insanlar dinlemeyi sever, küçük insanlar konuşmayı tekel'lerine alır.

Ayrıca şuna dikkat edin; hangi meslekten olursa olsun, üst düzey liderler zamanlarının çoğunu öğüt almaya harcar, öğüt vermeye değil. Üst düzey bir yönetici, bir karar almadan önce sorar, “siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, siz ne önerirsiniz?”,, “Bu şartlar altında siz ne yapardınız?”, “Bu size nasıl görünüyor?”. Kulaklarınız bilgi giriş kapılarıdır. Onlar zihninizi hammadde ile besler. Bu hammaddeler de yaratıcı güce dönüştürülebilir. Konuşmakla hiçbir şey öğrenemeyiz. Ama sorup dinleme ile öğrenmenin sınırı yoktur.

Sorup dinleme ile yaratıcılığınızı güçlendirebilirsiniz.

Fikirler düşüncelerimizin meyveleridir. Ama bunlardan faydalanıp, bir değer ifade etmeleri için, işe yarar hale getirilmeleri gerekir. Verimli ve yaratıcı zihinlere sahip insanlar, güzel fikrin, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde ortaya çıkabileceğini bilir. Fikirlerin kaçıp gitmesine izin vermeyin. Aksi takdirde düşüncenizin meyvelerini yok etmiş olursunuz. Fikri kağıt üzerinde şekillendirin. Bunun iki mükemmel sebebi vardır. Bir fikir gözle görülür bir forma girdiğinde, eksikliklerini parlatmak için neler yapılması gerektiğini her açıdan görebilirsiniz.  Sonra fikirler de başkalarına “satılmalıdır”. Müşterilere, işçilere, patrona, arkadaşlara, kulüptekilere, yatırımcılara. Birisi o fikri “satın almalıdır”; aksi takdirde hiçbir değeri olmaz.

Ne olduğunuzu düşünüyorsanız, o'sunuz!

Çevrenize bakın. Bazı insanlara “hey dostum” biçiminde yaklaşırken, bazılarına saygılı biçimde “evet efendim” şeklinde yaklaşıldığını gözleyeceksiniz. İzleyin, göreceksiniz ki, bazı insanlar güven, bağlılık ve hayranlık uyandırırken, bazıları uyandırmaz. Daha yakından bakarsanız, en çok saygı duyulan kişilerin, en başarılı kişiler olduğunu da görürsünüz. Bunun açıklaması nedir? Tek kelimeyle açıklanabilir bu: Düşünme,.. böyle olmasını sağlayan düşünmedir. Biz kendimizde ne görüyorsak, diğer insanlar da bizde  onu görür. Hangi yaklaşım biçimine layık olduğumuzu düşünüyorsak, insanlar o yaklaşımı gösterir. Böyle olmasını sağlayan düşünmedir. Kendini aşağılık, işe yaramaz biri olarak gören kişi, gerçek yetenekleri ne olursa olsun, aşağılık işe yaramaz birisidir. Çünkü düşünme, davranışları düzenler. Kişi kendisini aşağılık biri olarak görüyorsa, bu şekilde davranır ve hiçbir cila, maske veya blöf bu temel duyguyu (uzun süre) saklayamaz. Kendini önemli görmeyen kişi, önemli biri değildir.

Kendinize ne kadar çok saygı duyarsanız, başkaları da size o kadar çok saygı duyar. Bu ilkeyi test edin. Düşkün bir insana fazla saygı duyar mısınız? Tabii ki hayır! Neden? Çünkü bu zavallı adam kendine saygı duymamaktadır da ondan. Kendine saygısı olmadığından, daha da ahlaksızlaşmaktadır.

Önemli görünmek, önemli olduğunuzu düşünmenize yardımcı olur. Kural: Unutmayın, görünümünüz “konuşur”. Sizin hakkınızda olumlu şeyler söylüyor olduğundan emin olun. Evinizi nasıl bir insan olmak istiyorsanız, o şekilde göründüğünüzden emin olmadan asla terk etmeyin. Kendinize amirlerinizin, arkadaşlarınızın gözüyle bakın. Temiz, düzenli, tertipli olmanın bedeli çok azdır. Sloganı bütünüyle alın ve şu şekilde yorumlayın: Doğru giyinin, karşılığını her zaman alırsınız. Unutmayın: Önemli görünün, çünkü bu önemli olduğunuzu düşünmenize yardımcı olur. Giyinmeyi cesaretinizi arttırmak, güven duygusu yaratmak için bir araç olarak kullanın.

Çevreni Yönet: Birinci Sınıf ol!

Vücut, neyle besleniyorsa odur. Benzer şekilde zihin de ne ile beslenirse odur. Zihinsel yiyecekler, tabii paketler halinde gelip mağazalarda satılmaz. Zihinsel yiyecekler, sizin çevrenizdir-bilincinizi ve bilinçaltınızı etkileyen saymakla bitmez bir sürü şey. Tükettiğimiz zihinsel yiyecek türleri alışkanlıklarımızı, tutumlarımızı, kişiliğimizi belirler. Hepimizin içinde gelişmeye açık bir kapasite vardır. Ama gerek kapasitenin ne kadar geliştirileceği gerekse de kapasiteyi geliştirme biçim tamamıyla zihnin ne ile beslendiğine bağlıdır. Zihin de tıpkı vücudun aldığı besinleri yansıtması gibi çevresi onu ne ile beslerse onu yansıtır.

Şunu iyice öğrenin. Çevre bize şekil verir, düşünme biçimimizi belirler. Başka insanlarda olmayan bir alışkanlık veya davranışınızı düşünün. Nispeten küçük bir şey olsun. Mesela yürüyüş şekliniz, bardağı tutuş şekliniz, müzik, edebiyat, eğlence veya giyim konusundaki tercihler. Bunların tümü de ağırlıklı olarak çevrenizin etkisiyle şekil alır. Bundan daha önemlisi düşüncelerinizin, hedeflerinizin, tutumlarınızın büyüklüğü, kişiliğiniz, bulunduğunuz çevre tarafından oluşturulur.

Basit insanlarla yakın ilişkiler, basit alışkanlıklarımızın doğmasını sağlar. Olumlu açıdan bakarsak; büyük fikirleri olan insanlarla ilişki içinde olmak, düşünce seviyemizi yükseltir. Hırslı insanlarla yakın ilişki kurmak, bizi de hırslandırır. Uzmanlar bugün şu konuda hemfikirdirler: Bugünkü siz, kişiliğiniz, hırslarınız, hayattaki statünüz içinde bulunduğunuz fiziksel çevrenin sonucudur. Bundan bir, beş, on, yirmi yıl sonraki siz, bütünüyle o zamanki çevreye bağımlı olacaksınız. Aydan aya, yıldan yıla değişeceksiniz. Bu bildiğimiz bir şey. Ama nasıl değişeceğiniz, gelecekteki çevrenize bağlı olacaktır; yani zihninizi besleyecek zihinsel yiyeceklere. Gelecekteki çevremizin bizi tatmin etmesi, ve bize mutluluk vermesi için neler yapabiliriz, şimdi onlara bakalım:

Kendini, başarıya koşulla

Çocukken hepimizin büyük hayalleri vardı. Şaşırtıcı derecede genç yaşlarda, bilinmeyeni keşfetmek, lider olmak, çok önemli mevkilere gelmek, zevkli ve başarılı işler yapmak, zengin ve ünlü olmak için planlar yapmışızdır. Kısacası birinci olmak, en büyük ve en iyi olmak istemişizdir. Ve safça bir cahillikle bu hedeflere ulaşmak için yolumuzun açık olduğunu düşünmüşüzdür. Ama sonra ne oldu? Büyük hedeflerimizi yerine getirmek için çalışmaya başlama yaşına gelmeden çok önce, bir yığın bastırıcı kuvvet faaliyetlerine başladı. Her yönden duymaya başladığımız sözler şunlar oldu: “Hayalperest olmak aptalca bir şeydir”. Fikirlerimiz “pratik olmayan, aptalca, saf ve şapşalca” şeylerdir. “Oraları gidip görmek için paran olması lazım”. “Kimin öne geçeceğini, ya şans belirler, ya da önemli mevkilerde dostunun olup olmadığı”. “Çok gençsin (veya çok yaşlısın)”. “İlerleyemezsin, o nedenle denemeye bile kalkışma” propagandasının bombardımanı altında, tanıdığınız insanların çoğu üç gruba ayrılır:

Birinci Grup: Tamamıyla kuşatılmış olanlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu sahip olunması gereken hiçbir şeye sahip olmadıklarına göre, içlerinin derinliklerinde ikna olmuş haldedirler.

İkinci Grup: kısmen kuşatılmış olanlar. Nispeten daha küçük olan bu grup yetişkinlik dönemine, başarıya ulaşabileceklerine dair kayda değer bir ümit ile girer. Bu insanlar kendilerini hazırlar, çalışır, plan yapar. Bu grupta birçok zeki ve yetenekli insan vardır. Bunlar ayağa kalkıp koşmaktan korktukları için, hayat boyunca emekleyerek ilerlerler.

Üçüncü Grup: Hiçbir zaman kuşatılmamış olanlar. Belki de toplumun yüzde iki veya üçünü oluşturan bu grup, karamsarlığın hakimiyetine izin vermez, bastırıcı güçlerin kuşatmasına inanmaz, emeklemeye tahammül edemez. Sorularınız olduğunda işin ehline danışın. Başarısız birisinden tavsiye almayın. 

Çevreni birinci sınıf yapmaya yardımcı olacak birkaç öneri:

Düşünce zehrinin anlaşılması zordur, ama doğrusu “büyük” işler yapar. Bizi ufak tefek, önemsiz şeyleri düşünmeye zorlayarak, düşünce kapasitemizi düşürür. İnsanlar hakkında ki düşüncelerimizi saptırır ve çarpıtır, çünkü gerçeklerin tarif edilmesi üzerine kurulmuştur. Ayrıca dedikodusunu yaptığımız kişiyle karşılaştığımızda, içimizde bir suçluluk duygusu oluşturur. Yaygın kanının tersine, kadınlar dedikodu konusunda özel bir konuma sahip değillerdir. Her gün pek çok erkek de kısmen zehirlenmiş bir çevrede yaşar. Dedikodu insanlar hakkında yapılan olumsuz konuşmalardır ve bu düşünce zehrinin kurbanı, bu zehirden hoşlandığını düşünmeye başlar. Diğerleri hakkında olumsuz konuşmak, onu zehirli bir oyuncak haline getirmeye başlar ve başarılı insanların giderek kendisinden hoşlanmamaya ve ona güvenmemeye başladıklarının farkına bile varmaz.

Şu düşünceyi bir süre kafanızda tekrarlayın. Elinize bir balta alıp komşunuzun mobilyalarını parçalamanız, sizin mobilyalarınızın biraz daha iyi görünmesini sağlamaz. Benzer şekilde laf baltalarını ve bombalarını diğer insanlara karşı kullanmak da, ne sizi, ne de beni daha iyi birisi yapar.

Tutumların senden yana olsun

Ne düşünüyor olduğumuz, yaptığımız şeylerde kendisini gösterir. Tutum ve davranışlar aklımızın aynasıdır, düşüncelerimizi yansıtırlar. Masasında oturan arkadaşınızın aklından geçenleri okuyabilirsiniz. Kullandığı ifade ve üslubu gözleyerek, iş hakkında ne düşünüyor bunu algılayabilirsiniz. Davranışları göstermekten öte şeyler yapar, “duyururlar” da. Bir sekreter şöyle dediğinde, bürosunu tanıtmaktan öte şeyler yapmış olur; “Günaydın, Bay Shoemaker’ın bürosu.” Sadece dört kelime ile sekreter şunu der: “sizi seviyorum. Aradığınız için çok mutlu oldum. Sizin önemli olduğunuza inanıyorum. İşimi seviyorum.” Ama bir başka sekreter aynı kelimeleri kullandığı halde başka şeyler söyleyebilir. Mesela; “Beni rahatsız ettiniz. Keşke aramasaydınız. İşimden çok sıkılıyorum ve beni rahatsız eden insanlardan hiç hoşlanmam.” Tutum ve davranışları ifadeler ve ses tonları aracılığıyla okuruz.

Liderlik konusunda, Amerika’daki en saygıdeğer otoritelerden biri olan profesör Erwin H. Schell şöyle demektedir: “Başarıya ulaşmada imkan ve rekabetten başka bir şeyin daha olduğu açıktır. Bu bağlayıcı unsuru, katalizörü, tek kelimeyle açıklamak gerekirse, tutum ile açıklanabileceği sonucuna vardım. Tutum ve davranışlarımız doğru olduğunda, yeteneklerimiz en verimli seviyeye ulaşmakta ve bunu kaçınılmaz güzel sonuçlar izlemektedir.

Şu üç tutumu geliştirin:

1. "Ben canlıyım" tutumunu geliştirin,
2. "Sen önemlisin" tutumunu geliştirin,
3. "Önce hizmet" tutumunu geliştirin.

Kendi coşkusunu yitiren kişi, başkalarında o coşkuyu yaratamaz. Ama coşkulu bir insan, kısa sürede coşkulu bir izleyici kitlesine sahip olur. Coşku, işi yüzde 100 daha iyi yapar. Bir an için dağılıp gitmeye yüz tutmuş bir kulüp veya derneği düşünün. Büyük bir olasılıkla onu yeniden diriltmek için gerekli tek şey biraz coşku. Sonuç gösterilen coşkuyla doğru orantılı olarak kendiliğinden gelir. Coşku duymak basitçe “Bu harika” demektir.

Yaptığınız her şeye canlılık katın. Coşkunun varlığı veya yokluğu yaptığınız ve söylediğiniz her şeyde kendisini gösterir. El sıkışmanıza canlılık verin. El sıkışırken, el sıkışın. El sıkışma tarzınız şunu söylesin: “Sizi tanıdığım için çok mutluyum.” Veya “sizi tekrar gördüğüm için çok mutlu oldum.” Tutucu, sıradan bir el sıkışma hiç el sıkışmamaktan daha kötüdür. İnsanları şöyle düşündürür; “Bu adam canlıdan çok ölü gibi.”

Gülümsemenize canlılık katın. Gözlerinizle gülümseyin. Hiç kimse yapay, monte edilmiş, hırsız gibi gülümsemeden hoşlanmaz. Gülümsediğiniz zaman gülümseyin. Dişleriniz görünsün. Dişleriniz düzgün olmayabilir ama bu önemli değil ki. Çünkü siz gülümsediğinizde insanlar dişlerinizi görmez. Sıcak, coşkulu bir kişi görür. Sevdikleri bir kişi.

“Teşekkür ederim”lerinizi “Çok teşekkür ederim” haline getirin. İnsanlar, söylediklerine inanan kişilerle arkadaşlık yapar. Söylediklerinizi canlı söyleyin, konuşmanıza canlılık, dirilik verin. İster bir bahçe toplantısında konuşuyor olun, ister bir aday ile veya çocuklarınızla, sözlerinizin ardına coşkuyu yerleştirin. Konuşmanıza canlılık verdiğinizde, otomatik olarak kendinize canlılık katmış olursunuz.

Ailenize iyi haberler getirin. Onlara o gün yaşadığınız iyi bir şeyden bahsedin. Yaşadığınız güzel, hoş şeyleri anımsayın. Hoş olmayan şeylerin unutulup, yok olmasını hızlandırmış olun. İyi haberler yayın. Kötü haberlerden bahsetmenin hiçbir yararı yoktur. Sadece ailenizin endişe duymasına ve sinirlerinin gerilmesine neden olur. Evinize her gün biraz gün ışığı getirin.

"Sen önemlisin" tutumunu geliştirin:

Çok önemli bir gerçek vardır. Her bir birey, Hindistan’da da Indianapolis’te de yaşasa, cahil de olsa, zeki de, medeni de olsa, ilkel de, genç de olsa, yaşlı da, şu arzuya sahiptir: Önemli olduğunu hissetmek. Önemli olmak arzusu, bir insanın biyolojik olmayan en güçlü, en zorlayıcı açlığıdır.

“Sen önemsiz birisin” tutumunun baskın çıkmasının bir nedeni vardır. Pek çok insan karşısındaki kişiye bakar ve şöyle düşünür; “Bana hiçbir faydası yok. O halde önemli birisi değil.” İşte burada insanlar çok basit bir hata yapmış oluyor. Karşınızdaki kişi statüsü veya gelir düzeyi fark etmeksizin iki dev sebepten dolayı sizin için önemlidir.
İlki, eğer birine önemli olduğunu hissettirirseniz sizin için daha çok şey yapar. Diğerlerinin kendilerini önemli hissetmelerine yardımcı olmak size ödül kazandırır, çünkü bu sayede siz de daha önemli olduğunuzu hissedersiniz. Deneyin ve görün, takdir etmede tecrübe sahibi olun.

Diğer insanların yaptıklarından dolayı, onları takdir edeceğinizi bilmelerini bir kural haline getirin. Takdir etmeyi, diğerlerinin onlara ne kadar bağımlı olduğunuzu bilmelerini sağlayarak tatbik edin. Dürüst, kendinize özgü komplimanlar kullanarak, insanları takdir edin. İnsanlar komplimanlar ile büyür ve gelişir. İster 2 veya 20 ister 9 veya 90 yaşında olsunlar, insanlar övülmenin özlemini duyar.

Övgüyü sadece büyük başarılar için saklamanız gerektiğini sanmayın. İnsanları küçük şeylerle ilgili olarak da övün; görünümleri, rutin işlerini yapma tarzları, fikirleri, yardımseverlikleri. İnsanlara başarmış oldukları konular hakkında kişisel notlar yazarak övgüde bulunun. İnsanları “çok önemli kişiler”, “önemli kişiler”, “önemsiz kişiler” diye sınıflandırmak için zaman ve enerji harcamayın. İstisnasız; ister çöpçü olsun ister bir şirketin genel müdürü sizin için herkes önemlidir. Bir insana ikinci sınıf muamelesi yapmak size birinci sınıf sonuçlar kazandırmaz.

İnsanlar hakkında olumlu düşün:

Kişilik Geliştirme
Kural şudur: Başarı diğer insanların desteğine bağlıdır. Sizinle, olmak istediğiniz siz arasındaki tek engel diğer insanların desteğidir. Eğer almazlarsa başarısız olur. Benzer şekilde, bir üniversite rektörü eğitim programının takip edilmesi için profesörlerine, bir politikacı seçilmek için oy kullanan vatandaşlarına, bir yazar da yazdıklarını okuyacak okura bağlıdır. Şimdi şunu sorma zamanı; “Tamam, istediğim başarıya ulaşmak için diğerlerine bağlı olduğumu kabul ediyorum. Peki bu kişilerin beni desteklemesi ve liderliğimi kabul etmesi için ne yapmak zorundayım?” Cevap tek bir cümleyle özetlenebilir: İnsanlara karşı olumlu düşünün. Böyle yaptığınızda sizden hoşlanacak ve sizi destekleyeceklerdir. 

Şu noktayı netleştirelim: Kişi bir üst seviyeye çekilmez, kaldırılır. Bugün, bu çağda kimsenin bir kişiyi, işinde bir üst makama çekecek zamanı ve sabrı yoktur. Kendisi hakkındaki bilgiler, hangi kişiyi diğerlerinden daha yukarıda gösteriyorsa o seçilir. Daha üst seviyelere, sevilebilir, insanlarla ilgili kişiler olduğumuzu bilenler tarafından kaldırılırız. Kurduğunuz her arkadaşlık sizi bir birim daha yukarı kaldırır. Ve sevilebilir biri olmak, sizi kaldırılması daha kolay biri yapar. Ama sakın arkadaşlık satın almaya çalışmayın; çünkü arkadaşlık satılık değildir. Arkadaşlık kurmada hediye vermek harika bir deneyimdir. Tabii eğer bunun arkasında bir samimiyet, o kişiye hediye vermeden duyulan bir hoşnutluk varsa. Gerçek samimiyet olmazsa, verilen hediye bedel ödeme veya rüşvetten başka bir şey değildir.

Dostluklar satın alınamaz. Bunu denersek iki biçimde kaybederiz:
1. Para harcamış oluruz,
2. Kendimizi küçültmüş oluruz.

Arkadaşlık kurmada ilk adımı siz atın, liderler hep böyle yapar. Kendimize şunu söylemek çok kolay ve doğaldır; “İlk adımı o atsın”, “önce onlar bizi arasın”, “önce o konuşsun”. Aslında insanları tanımak konusunda ilk adımı atmak, bir liderlik vasfıdır. Büyük bir grup içindeyken şu önemli şeyi gözleyin: Ortalıktaki en önemli kişi, kendini tanıtmada en aktif olan kişidir.

İnsanlara karşı olumlu düşünün. Bir arkadaşımın ifade ettiği gibi, “Ben onun için önemli olmayabilirim ama, o benim için önemli. İşte bu nedenle onu tanımak zorundayım.” İnsanların asansör beklerken, nasıl donuk kaldıkları hiç dikkatinizi çekti mi? Yanlarında biri olmadığı sürece, insanlar dönüp de beklemekte olan diğer kişilere tek bir kelime bile söylemezler. Tanımadığınız birine hoş bir laf ettiğinizde, kendisini bir derece daha iyi hissetmesini sağlamış olursunuz. Bu da kendinizi daha iyi hissetmenizi ve rahatlamanızı sağlar. Tanımadığınız birine hoş bir şey söylediğiniz her seferinde, karşılığını kendinizde bulursunuz. Bu tıpkı soğuk bir kış sabahı arabanızı ısıtmak gibidir.

Küçük bir girişimle, dostluk kazanmanın yolları:

Mükemmel kişi yoktur!

Kendime ait yüzlerce deneyim şunu ortaya çıkarmıştır. En çok konuşan kişi, ile en başarılı kişinin aynı olması, çok az bir ihtimaldir. Neredeyse istisnasız, kişi muhabbet cömertliği konusunda ne kadar başarılı ise,  o denli deneyimlidir. Yani karşısındaki kişiyi kendisi, görüşleri, başarıları, ailesi, işi, problemleri hakkında konuşmaya teşvik eder. Sıradan insan, dünyada her şeyden çok, kendisi hakkında konuşmayı tercih eder. Ona bu şansı verdiğinizde, bundan dolayı sizi çok sever. Muhabbet cömertliği, arkadaş sahibi olmanın en kolay, en basit ve en emin yoludur. Muhabbetlerin çok konuşanı olmayın. Dinleyin, arkadaş edinin, öğrenin. Bir başka kişiyle ilişkilerinizde gösterilen kibarlık kullanabileceğiniz en hoş ilaçtır. 

Aktif olma alışkanlığı edinin

Her büyük işin, faaliyeti düşünen bir kişiye gereksinimi vardır; ister bir işletmeyi, büyük bir satış bölümünü yönetmek olsun, ister bilim, askerlik veya hükümet konumlarında olsun farketmez. Kilit pozisyonlar için eleman arayan üst düzey yöneticiler, şu tür sorulara cevap ararlar; “İşi yapacak mı”, “İşleyebilecek mi?”, “Kendi kendine başlayabilir mi?”, “Sonuç alabilir mi, yoksa sadece ağzı laf mı yapıyor?”
Tüm bu soruların tek bir amacı var: Kişinin faaliyet adamı olup olmadığını anlamak.

İnsanları inceledikce, gerek başarılı, gerekse ortalama insanları, insanların iki gruba ayrıldığını göreceksiniz. Başarılı olanlar aktiftir; onlara “canlandırıcı” diyeceğiz. Ortalama, sıradan, başarısızlar ise pasiftir. Onlara da “bezgin” diyeceğiz. "Bay canlı" yapar, bay "bezgin" ise yapacaktır, ama yapmaz. Herkes canlı olmak ister. O halde aktif olma alışkanlığı edinelim. Birçok bezgin kişi harekete geçmeden önce, şartlar yüzde yüz uygun olana dek, beklemede ısrar eder. Mükemmeliyetçiliğe oldukça arzu duyulur. Ama insan yapısı veya insan tasarımı olan hiçbir şey, mutlak biçimde mükemmel değildir; olamaz. O nedenle koşullar mükemmel olana dek beklemek sonsuza dek beklemek demektir.

Şu iki düşünceyi zihninizin derinliklerine yerleştirin. Önce fikirlerinizi hayata geçirerek, onlara değerini verin. Bir fikir ne kadar iyi olursa olsun, onunla bir şey yapmadığınız süre, hiçbir şey elde edemezsiniz. İkincisi fikirlerinizi hayata geçirdiğinizde, zihinsel sükunete kavuşursunuz. Birisi bir zamanlar şöyle demişti: Her gün birilerinin şuna benzer şeyler söylediklerini duyarsınız: “Öyle olacağı içime doğmuştu. Keşke bir şey yapmış olsaydım”. İyi bir fikir, hayata geçirilmezse, korkunç bir psikolojik ağrı yapar. Ama gerçekleştirilen iyi bir fikir, müthiş bir zihinsel tatmin verir.

İyi bir fikriniz varsa, bir şeyler yapın:

Korkuyu yenip, kendinize güven gelmesini sağlamak için harekete geçin. Hareket; güveni besler ve güçlendirir. Her türlü hareketsizlik ise korkuyu besler. Korkuyla mücadele etmek için hareket edin. Korkuyu arttırmak için ise bekleyin, erteleyin. Her türlü korku ile mücadele etmenin yolu harekete geçmektir.

O telefon görüşmesini yapmaktan dolayı korkuyor musunuz? Arayın ve korkunuzun kaybolduğunu görün. Ertelerseniz, aramak giderek daha da zorlaşacaktır. Check-up için doktora gitmeye korkuyor musunuz? Gidin ve korkunuzun yok olduğunu görün. Büyük bir olasılıkla bir hastalık çıkmayacaktır ve eğer çıkarsa, ne yapmanız gerektiğini öğrenmiş olacaksınız. Eğer ertelerseniz, korkuyu gerçekten sizi hasta edene dek beslemiş olursunuz. Harekete geçerek, korkuyu yok edin.

Kağıda bir düşüncenizi yazarken, tüm dikkatiniz o düşünce üzerine odaklanır. İşte bu nedenle zihin bir şey düşünürken, başka bir düşünceyi kağıda aktarabilecek biçimde tasarlanmamıştır. Kağıda yazarken, zihninize de yazarsınız. Eğer bir düşüncenizi kağıda yazarsanız, bunu daha uzun süre ve daha net olarak anımsayabileceğiniz yapılan testlerle ispatlanmıştır. Ve konsantre olmak için kağıt-kalem tekniğini kullanma konusunda, bir kez uzman oldunuz mu, gürültülü veya benzeri dikkat dağıtıcı ortamlarda da düşünebilirsiniz. Düşünmek istediğinizde yazmaya, kağıdı karalamaya veya diyagramlar çizmeye başlayın. İlham perinizi harekete geçirin.

Yenilgiyi zafere dönüştürün

Her kötü durumdan ders alın. Kişisel olarak bir engelle karşılaştığımızda ilk tepkimiz çoğunlukla duygusal olarak kırılmak olur, bu nedenle ders almayı başaramayız. Kötü durumları zafere çevirebilirsiniz. Alınacak dersi alın, uygulayın sonra da başarısızlığınıza dönüp gülümseyin. Yenilgi, sadece aklın anlık bir halidir. Başka bir şey değil. Yenilmek, eğer ondan bir şey öğrenirsek değerlidir.

Biz insanoğulları meraklı yaratıklarız. Başarılarımıza karşı övgü almaya hemen hazırız. Kazandığımızda, tüm dünyanın bunu bilmesini isteriz. Diğerlerinin size bakıp da, “bak şunu yapan kişi geçiyor” demelerini beklemek çok doğaldır. Ancak insanoğlu kötü durumlara karşı kişileri suçlamak konusunda da bayağı hızlı davranır. Satışlar düştüğünde, satıcının müşterileri suçlaması çok doğaldır. İşler yoldan çıktığında, bir yöneticinin işçileri veya diğer yöneticileri suçlaması doğaldır. Tartışma ve ailevi problemlerden dolayı eşlerin birbirini suçlaması da çok doğaldır.

Bu karmaşık dünyada insanlar bize çelme takabilir. Ama bunun kendimize taktığımız çelmelerden daha fazla olmadığı da kesindir. Kişisel yetersizlik veya hatalardan dolayı kaybederiz. Kendinizi şu şekilde koşullayın. Nesnel olun. Kendinizi cam bir kavanoza koyup, konuyla ilgisi olmayan üçüncü şahısların gözüyle kendinize bakın. Bakalım daha önce hiç dikkat etmediğiniz bir zayıflığınız var mı? Eğer varsa, bunu düzeltmek için harekete geçin. Birçok insan kendisine o kadar alışmıştır ki, ilerlemek için gereken yolları göremez.

Kişinin kendini eleştirmesi yapıcı bir tutumdur. Yeteneksizliklerinizden kaçmayın. Gerçek profesyoneller gibi olun. Onlar hata ve yetersizliklerini araştırır ve sonra onları düzeltirler. İşte bu yüzden profesyoneldirler. Hatalarınızı tabii ki kendinize “işte sürekli kaybeden biriyim ben” demek için bulmaya çalışmayın. Bunun yerine hatalarınızı “işte başarılı olmamı sağlayacak bir başka neden” tutumuyla ele alın.

Şansı suçlayacağınıza kötü deneyimlerinizi inceleyin. Kaybettiğinizde öğrenin. Pek çok kişi sıradan hayatını açıklamak için ‘kör talih’, ‘kötü şans’, gibi kavramları kullanır. Bu kişiler hala sempati arayan, prematüre (olgunlaşmamış) çocuklardır. Farkında olmadıkları için daha büyük, güçlü ve kendine güvenen birisi olmalarını sağlayacak fırsatları göremezler.

Küçük bir engelle karşılaştığınızda, tüm projeyi terk etmeyin. Bunun yerine bırakın, zihinsel olarak yeniden başlayın. Müzik çalmak, yürüyüş yapmak, veya şekerleme yapmak gibi, basit şeyleri deneyin. Sonra yeniden geri döndüğünüzde, çözüm çoğu zaman siz farkında olmadan gelir.

Büyümemize yardımcı olacak hedefler

Hedef, bir amaç, bir erektir. Hedef düşten öte bir şeydir. Hedef hayata geçirilen düşlerdir. Hedef, belli belirsiz bir “ah keşke yapabilsem” demekten öte bir şeydir. Hedef bellidir; “İşte ulaşmak istediğim şey bu”. Hedef belirlenmediği süre, hiçbir şey olmaz, ileriye doğru bir adım bile atılmış olmaz. Hedef olmazsa, kişi hayatı boyunca başıboş dolaşır durur, nereye gittiğinin farkında olmadan düşe kalka ilerler. O nedenle, hiçbir yere ulaşamaz. Hedefler başarı için en zorunlu bileşendir.

Önemli olan şey nerede olduğunuz değil, nerede olmak istediğinizdir. İleriye dönük işlerden her birimizin alacağı çok önemli dersler vardır. Önümüzdeki 10 yıl için plan yapabiliriz ve yapmalıyız. On sene sonra, hangi imaja sahip olmak istiyorsanız, onu şimdiden oluşturmaya başlamalısınız. Hepimizin arzuları vardır. Hepimiz gerçekten yapmak istediğiniz şeylerin hayalini kurarız. Ancak çok azımız arzularını gerçekleştirir, çoğumuz onları öldürür.

İntihar etmek için beş silah kullanılır, onları imha edin, çünkü çok tehlikeliler.
Bu öldürücü silahlardan kurtulun. Unutmayın, tümüyle güçlü olmak, ilerlemek için yapılması gereken tek şey ne istiyorsanız onu yapmaktır. Başarılı insanların büyük çoğunluğu haftada 40 saatten fazla çalışır. Ve onların fazla işten dolayı yakındıklarını duyamazsınız. Başarılı insanların gözleri hedeflerine odaklanmıştır ve bu da onlara enerji sağlar.

Hiçbir şekilde terk edilmeyen bir hedefe sahip olmanın en ilgi çekici yanı, bunun kişiyi, hedefe ulaştırmak için sürekli ayakta tutmasıdır. Bu boş bir laf değildir. Olan şudur: Hedefinizle kuşatıldığınızda, hedefin kendisi bilinçaltınıza yerleşir. Bilinçaltınız daima dengededir. Öte yandan bilinçaltınızın düşündüğü şeyleri, ayarlamadığı sürece, bilinciniz dengede değildir. Bilinçaltından destek gelmediği sürece, kişi şüpheci, kararsız ve çekingendir. Oysa hedef bilinçaltınıza yerleştiğinde, siz otomatik olarak doğru reaksiyonu göstermeye başlarsınız. Bilinciniz doğru ve net düşünmeye her zaman açıktır.

Tulane Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden insan ömrü konusunda uzman bir kişi olan Dr. George E. Burch’e göre, bir insanın ne kadar yaşayacağı birçok şeye bağlıdır: Ağırlık, kalıtım, beslenme, ruhi tansiyon, kişisel alışkanlıklar. Ama Dr. Burch Şöyle demektedir: “Sona ulaşmanın en hızlı yolu, emekli olup hiçbir şey yapmamaktır. Her bir insan yaşamını sürdürmek için, hayata olan ilgisini sürdürmelidir.”

Her birimizin de seçme şansı var. Emeklilik, bir başlangıç da olabilir, bir son da. “Ye-iç-yat-kalk-başka-bir-şey-yapma” tutumu emeklinin kendini hızla zehirleme biçimidir. Emekliliği amaçlı yaşamanın sonu olarak gören kişilerin çoğu, kısa sürede, aslında emekliliğin yaşamın kendisinin sonu olduğunu görür. Yaşamak için bir neden, bir hedef yoksa, insanlar hızla kendilerini tüketir.

Askeri liderlerin ne yaptığına bakın. Bir hedefe ulaşmak için, temel bir planın yanı sıra, alternatif planlar da yaparlar. Eğer A planının yapılmasını engelleyen ve önceden görülmemiş bir şey çıkarsa, hemen B planına geçerler. Oldukça büyük başarılar elde etmiş bir kişinin alternatif yollar kullanmamış olduğu, çok az rastlanır bir durumdur. Çoğu kullanmıştır. Plan değiştirdiğinizde, hedeflerinizi değiştirmek zorunda değilsiniz. Sadece farklı bir yol kullanırsınız.

Bir kişinin ne kadar iyi eğitim almış olması, zihninin ne denli gelişmiş olmasıyla ölçülür, kısaca nasıl düşündüğüyle. Düşünce yeteneğini geliştiren her şey, eğitimdir.

Bir Lider gibi düşünün

Bu dört liderlik ilkesi:
1. Etkilemek istediğiniz insanların anlayacağı dili konuşun
2. Düşünün: Bunu ele almanın insani yolu nedir?
3. İlerlemeyi düşünün, ilerlemeye inanın, ilerlemek üzere atılın
4. Kendi kendinize akıl danışmak için zaman ayırın

Etkilemek istediğiniz İnsanların dilini konuşun

İnsanlarla anlayacakları dili konuşmak, onlara yaptırmak istediğiniz şeyleri, yapmalarını sağlamanın büyülü bir yoludur. Önemli olan nokta şu: Diğer insanların yapmalarını istediğimiz şeyleri yapmalarını sağlamak için, onların gözüyle görebilmemiz gerekir. Karşımızdakinin diliyle konuştuğumuzda, onları etkilemenin büyüsü etkili biçimde görünür.

Şu soruyu aklınızdan çıkarmayın: “Karşımdaki kişiyle yer değiştirseydim, bu konuyla ilgili olarak ne düşünürdüm?” Bu daha başarılı hareket etmenizi sağlar. Başkalarının anlayacağı dili konuşma ilkesini kendiniz için hayata geçirin.

Düşünün: Bunu ele almanın insani yolu nedir?

İkinci liderlik yaklaşımı soğuk, mekanik, “ben-kuralları-uygularım” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımı benimseyen kişi, her şeyi kitabına göre ele alır. Her kural, politika veya planın olağan durumlar için yardım çantası niteliğinde olduğunu anlamaz. Bu sözde-liderler, insanları makine gibi algılar. İnsanların en sevmedikleri şey makine yerine konulmaktır. Soğuk, kişisel olmayan, verimlilik uzmanı, ideal lider değildir. Onun için çalışan “makineler” ancak enerjilerinin bir kısmını işe verir.

Olağanüstü liderlik zirvelerine çıkan kişi “insan olmak” dediğimiz üçüncü yaklaşımı sergileyen kişidir. Daha iyi bir lider olmak için “insan ol” yaklaşımını kullanmanın iki yolu vardır. İlki insanlarla ilgili zor bir durumla her karşılaşmanızda kendinize şunu sorun; “Bunu ele almanın insani biçimi nedir”? Alaycı olmayın, kin'dar olmayın. İnsanları küçük düşürmekten kaçının. Şunu sorun; “İnsanları ele almanın insani biçimi nedir?” Bu karşılığını her zaman öder. Er ya da geç ama daima.

“İnsan ol” yaklaşımından fayda sağlamanın ikinci yolu, hareketleriniz ile önce karşınızdakini düşündüğünüzü göstermektir. Elemanlarınızın iş dışı faaliyetlerine ilgi gösterin. Herkese saygı duyun. Kendinize daima şunu anımsatın; yaşamanın temel amacı ondan zevk almaktır. Genel kural olarak bir kişiye ne kadar ilgi gösterirseniz, o kişi size o kadar çok şey verir. Ve onun size verdikleri, de sizi daha büyük başarılara götürür.

İlerlemeyi düşünün ve inanın, ilerlemek üzere atılın

Kendi kendinize akıl danışın - düşünme gücünüzü geliştirin


Liderleri meşgul insanlar olarak biliriz ve öyledirler. Liderlik her şeyle ilgili olmayı gerektirir. Ancak çoğu zaman liderler zamanlarını düşünceleriyle tek başına  geçirirler.  Pek çok başarılı yönetici, gün boyunca yardımcıların, sekreterlerin, telefonların ve raporların kuşatması altındadır. Ancak onları haftanın 168 veya ayın 720 saati izlerseniz, uzun süre kesintisiz düşünmekle geçirebildiklerini görürsünüz.

Önemli olan nokta şudur: Her alandaki başarılı insanlar, kendilerine akıl danışacak zaman bulurlar. Liderler, bir problemin parçalarını birleştirmek, çözüm üretmek, veya plan yapmak için, yalnızlığı kullanır. Tek bir cümleyle söylemek gerekirse; yoğun düşünmek için. Birçok insan yaratıcı liderlik gücünü ortaya çıkarmayı başaramaz, çünkü kendilerinden başka herkese ve her şeye akıl danışırlar. Bu tür insanları iyi bilirsiniz. Hiçbir şeyi tek başlarına yapmazlar, çevrelerini insanla doldururlar. Odalarında tek başına oturamazlar; ortalıkta dolaşarak diğer insanların yanlarına giderler. Akşamları tek başına geçirdiklerine ender rastlanır.

Şartlar bu kişileri fiziksel olarak yalnız kalmaya zorlarsa, zihinsel olarak yalnız kalmamanın yollarını bulurlar. Bu gibi durumlarda televizyon, gazete, radyo, telefon vb. gibi düşünme işlemini ortadan kaldıracak araçlara sığınırlar. Sakın Bay “Yalnız-Kalmaya-Dayanamam” gibi biri olmayın. Başarılı liderler yalnız kalarak, süper güçlerini gün ışığına çıkarırlar. Siz de bunu yapabilirsiniz. Her gün en az yarım saatinizi kendinize ayırmak için hemen şimdi karar verin. Belki sabahın erken saatlerinde kimse kalkmadan kendinize vakit ayırabilirsiniz. Belki de gecenin geç bir saati daha iyidir bu iş için. Önemli olan nokta zihninizin açık olduğu ve rahatsız edilmeyeceğiniz bir zamanı seçmektir.

Bu zamanı iki türlü düşünerek geçirebilirsiniz: Doğrudan ve dolaylı. Doğrudan düşünme için karşı karşıya olduğunuz en önemli sorunu ele alın. Yalnızlık ortamında, zihniniz problemi nesnel olarak inceleyebilecek ve sizi doğru cevaba götürecektir. Dolaylı düşünme için, zihninizi bırakın, ne düşünmek istiyorsa onu düşünsün. Bu gibi zamanlarda bilinçaltınız bellek bankanızı açar, o da bilincinizi beslemeye başlar. Dolaylı düşünme, kendini değerlendirmede oldukça yardımcıdır. “Daha iyi nasıl olabilirim? Bir sonraki adımım ne olabilir?” gibisinden temel konularda cevaplar bulmanızı sağlar. Unutmayın, liderin temel işi düşünmektir, her gün düzenli olarak düşünmeye zaman ayırın ve nasıl başarılı olacağınızı düşünün.

Kaynak:
Büyük Düşünmenin Büyüsü / The Magic of Thinking Big
Dr. David J. SCHWARTZ

§

Popular Posts

Translate